15 Mayıs 2016 Pazar

Çandar (3), Birkaç ¨Özgürlükçü Demokrat¨


Bir Mihenk Taşı: Dani Rodrik ve Pınar Doğan


Ergenekon ve özellikle de Balyoz davaları sürecinin en önemli dönemlerinden biri, Balyoz Davası’nın bir numaralı sanığı Em.Org.Çetin Doğan’ın kızı Pınar Doğan ve damadı Prof.Dani Rodrik’in yazdıkları kitap ve ülkenin önde gelen ¨özgürlükçü demokratlar¨ına onlarla konuşabilmek, davaya ilişkin hataları anlatabilmek için adeta yalvardıkları dönemdi.

Pınar Doğan ve Dani Rodrik


Bir konuya açıklık getirmek gerekiyor. Dani Rodrik, 1957 doğumlu bir TC vatandaşıdır. Robert Kolej mezunudur. Ardından Harvard ve Princeton Üniversitesi’nde okumuş, orada doktorasını yapmış, sonra da profesör olmuş, 1982 yılından beri Harvard Üniversitesi’nde ders vermekte olan bir bilim adamıdır.

Hazal Özvarış önce kendisinin ¨davalar uydurmadır¨ çizgisinde konuşmadığını vurguluyor ve ardından bir nokta atış sorusu geliyor: ¨...Dani Rodrik ve Pınar Doğan’ın niteliğini sorguladığı ‘deliller’ ile ilgilenmeme, gazetelerde, köşelerde davanın aleyhine bilgilere yer verilmemesine varan körlüğü soruyoruz¨.

YAE'ciler gizlice alıp okudular sanırım


Şimdi soru ve cevaplara bir ara verelim ve Bu olayı biraz irdeleyelim.

Em.Org.Çetin Doğan’ın kızı Pınar Doğan ve damadı Prof.Dr.Dani Rodrik, Balyoz Davası’na ilişkin ¨Balyoz¨ adlı bir kitap yazdılar. Bu kitapta davaya ilişkin yaklaşık 1 500 hatalı, hukuksuz noktaya, uydurma delile dikkat çektiler.


Dani Rodrik, bu ülkede tanınan, bir dolu arkadaşı olan bir kişi. Doğan ve Rodrik, bu çabalarının ufak da olsa bir işe yarayabilmesi için bir dolu akademisyen, gazeteci, kanaat önderi ve siyasetçiye çağrılar gönderdiler ve görüşmek, dertlerini anlatmak istediler. Heyhat, bu çağırılanların neredeyse tamamı ¨özgürlükçü demokratlar¨dan oluşuyordu. Cezayir Lokantası’nda toplantılar organize ettiler. Her görüşe saygılı bu demokratlar, çağrıları görmezden geldiler. Ne kitabı okudular, ne anlatılanları dinlediler ne de toplantılara ve randevulara geldiler. Bana göre de eriştikleri en derin çukur seviyesi burasıydı.

¨Ben bu kadarını görebildim¨ diyor herhalde


Röportajında Çandar da itiraf 
ediyor: ¨Ben kendi payıma söyleyeyim, Dani Rodrik’ten bir iki kere görüşme talebi geldi, görüşmedim ben¨. Şimdi de görüşmediğine pişmanmış. (Burada terbiyeme hayran kalmanız gerekiyor, sadece Çandar için değil, toplantılara çağrılan ve gitmeyen, görüşmeyi reddeden herkes için aynı duyguları taşıyorum, ama burada asla yazmıyorum).rılanların neredeyse tamamı bilm Heyhat, bu çağrılanların neredeyse tamamı lar gönderdiler ve fgörüşmeka olsa bir işe yarayabilm¨¨

Peki, bir sorun yahu. Neden görüşmemiş?

O dönemde ¨Ergenekon Davası dandik¨ diyenlerle sol liberaller (özgürlükçü demokratlar) arasındaki ¨kutuplaşmanın getirdiği gerilim¨ onu ¨bloke etmiş¨. Etmemeliymiş. Zaten Rodrik’in iddialarına da inanmamış. ¨Hadi canım, artık bu kadar da olmaz¨ demiş.

Usul mü, Esas mı?


Ama durun, bir yandan da kafası karışmaya başlamış. ¨İş istihbaratçı teknikleri kullanılan, karşılıklı bir propaganda savaşına dönüşmeye başlayınca¨, bu onun işi olmaktan çıkmış. ¨O alanlara girip ateşli yazılar¨ yazamazmış.

Burada bir kere daha aile terbiyemin kalitesine sığınıyorum. Küfür yok! Peki sevgili Çandar. Daha önceleri bu davalar hakkında yazdığın yazılar, televizyon programlarındaki höykürmelerin, ateşli değil de sönük müydü? Biz ateşli gibi görmüştük.

Sonrasında kararlara katılmadığını filan da yazdığını söylüyor. ¨Ama Ergenekon Davası’nın tümünü gayrı meşru kılacak bir çabaya da destek veriyor görüntüsü de vermek¨ istememiş. Kafasındaki hukuk, adalet mefhumlarına bakın.

Burada açıkça ifade edilmesi gereken bir olgu söz konusu. Cengiz Çandar, aslında eleştirilmesi oldukça zor bir kişilik. Çünkü bazen öyle laflar edebiliyor ki, çaresiz kalabiliyorsunuz. Eleştirinizi kibar ve terbiye çerçevesi içinde sözlerle yaparsanız, ¨yahu, bu laflar  böyle mi eleştirilir, bari hiç bir şey söylemeseydin¨ gibi bir eleştiri alabilirsiniz. Hak ettiği kelimelerle eleştirirseniz de, aile büyüklerinizden fırça yiyebilirsiniz. Şimdi Çandar’ın bir iki cümlesini tek harfine bile dokunmadan veriyorum:

¨Davaların yürütülüş tarzının değil, ama var oluşunun, yani usûlün belirleyici büyük önemini bilmekle birlikte, usûlün değil ama bu davalara ilişkin esasın meşru olduğu kanaatindeyim. Hâlâ da o kanaatteyim. İşin ucunda Kemal Kerinçsizler, Veli Küçükler vardı, biz arkadaşımızı, Hrant Dink’i kaybetmiştik. Hrant’ın ölümüne giden süreçte yer alan kişiler Ergenekon soruşturmasında birtakım sağlam argümanlarla cezaevine gönderildiği vakit, ‘Yok böyle şey olur mu, bunlar tertemiz masum adamlar’ mı diyecektik.¨

Bu Yalnızca Çandar’ın Fikri mi, Kolektif Bir Görüş mü?


Şimdi Çandar’dan biraz ayrılalım ve bir başka ¨özgürlükçü demokrat¨a geçelim. Neden mi? En azından biraz önce sarf ettiği sözlerin, Çandar’ın bireysel bir ifadesi olmadığını, kolektif bir siyasal görüşün ortak ifadesi olduğunu gösterebilmek için. Farklı yüzlerce kişiden benzer yüzlerce alıntı yapılabilir elbette. Ama yer harcamayalım.


Bizim çocuklar bu adama inandı yahu


Kendisiyle yapılan röportajda solun Ergenekon konusunda atıl kalıp kalmadığı sorulduğunda şöyle cevap vermişti bir diğer ¨özgürlükçü demokrat¨:


¨Atalet değil abicim… Şimdi, Ergenekon işi başladığında solcuların tavrını unutmayalım yani. Ben girdiğim bütün ortamlarda azımsanmayacak sayıda insanın ‘bu da tam nedir, anlayamadık ki, kafamız karıştı’ tavrında olduğuna tanık oldum. Ulan senin nasıl kafan karışıyor ya Veli Küçük’ü görünce? Veli Küçük’ü görünce kafası karışan adam kötü niyetlidir arkadaş.¨

Yani bir önceki yazının sonunda bahsettiğim hukuki ilkeler bu arkadaşlar için geçerli değil. Hani o masumiyet karinesi filan. (Şimdi bu özgürlükçüler, benim Veli Küçük’ü masum ilan ettiğimi filan ileri sürerler, kızarım. Ben davadan bahsediyorum).

Bu ifadelerin bireysel kaynaklı değil, kolektif ifadeler olduğunu daha iyi vurgulayabilmek için bir başka örnek daha verebilirim.

Uzun süre önce Haber Türk TV’de Balçiçek İlter’in programına çıkan bir sol teorisyen, ¨o davada Veli Küçük var, arkadaş, tabii ki haklıyız¨ diye höykürmekteydi.

Daha önce defalarca yazdım. İki bin yıldan eski Roma Hukuku’ndan bu yana tüm hukuk dünyasında kabul görmüş bir ilke var: Usûl esastan önce gelir.

Yüksek mahkemeler kendilerine gelen davaları önce usûl açısından denetlerler. Amerikan dizilerinde görürsünüz, usûlsüz tutuklama bir katilin bile serbest kalmasına neden olabilir.

Bu üç örnekten görülen şu: Bu ¨özgürlükçü demokratlar¨, sol liberaller, kullanışlı aptallar, (ben kısaca YAE’ciler diyorum aslında) hangisini söylerseniz söyleyin farketmez, ne usûlün önceliği, ne masumiyet karinesi ne de başka bir hukuk kuralı tanımıyorlar. Uzaktan Veli Küçük’ü göster, kırmızı görmüş boğaya dönüyorlar.

Şimdi bir kez daha zurnanın zırt dediği yere geldik. Dikkatle okuyalım.

Kullanışlı Aptal Kanıtı


Bizim özgürlükçülerin (yahu, bu tanım aslında palavra ama, aptallar demek beni üzüyor. Galiba çok yeri geldiğinde kullanacağım asıl tanım olan ¨kullanışlı aptallar¨ı) Hrant Dink cinayetini Ergenekon Davası’na ya da en azından Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz’e bağlama aşkı ve gayreti var ya, bir türlü olamadı. Olamamakla da kalmadı. Dava sırasında ne Küçük’e ne de Kerinçsiz’e bu cinayetle ilgili tek bir soru (bir kez daha bold tekrarlayalım: tek bir soru) bile sorulmadı.

Bir garip durum daha var: Küçük’e, en çok kendisine mal edilen, Adapazarı üçgenine ilişkin de tek bir soru  sorulmadı.


Tiyatro burada oynandı



Şimdi bak yeri geldi işte: Ergenekon gibi bir davada içeri alınmış, tutuklanmış bir Veli Küçük’e, Hrant Dink ya da Adapazarı üçgeni üzerine tek bir sorulmadığını görüp de, bu dava için kafası karışmayan ¨özgürlükçü demokrat¨ kötü niyetlidir arkadaş. Ve de angaje ¨kullanışlı aptal¨dır.

"Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır".
¨Ceterum censeo Carthaginem esse delendam...¨

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder