Çandar (3), Birkaç ¨Özgürlükçü Demokrat¨
Bir Mihenk Taşı: Dani Rodrik ve Pınar Doğan
Ergenekon ve özellikle de Balyoz davaları sürecinin
en önemli dönemlerinden biri, Balyoz Davası’nın bir numaralı sanığı
Em.Org.Çetin Doğan’ın kızı Pınar Doğan ve damadı Prof.Dani Rodrik’in yazdıkları
kitap ve ülkenin önde gelen ¨özgürlükçü demokratlar¨ına onlarla konuşabilmek,
davaya ilişkin hataları anlatabilmek için adeta yalvardıkları dönemdi.
Pınar Doğan ve Dani Rodrik |
Bir konuya açıklık getirmek gerekiyor. Dani Rodrik,
1957 doğumlu bir TC vatandaşıdır. Robert Kolej mezunudur. Ardından Harvard ve
Princeton Üniversitesi’nde okumuş, orada doktorasını yapmış, sonra da profesör
olmuş, 1982 yılından beri Harvard Üniversitesi’nde ders vermekte olan bir bilim
adamıdır.
Hazal Özvarış önce kendisinin ¨davalar uydurmadır¨
çizgisinde konuşmadığını vurguluyor ve ardından bir nokta atış sorusu geliyor:
¨...Dani Rodrik ve Pınar Doğan’ın niteliğini sorguladığı ‘deliller’ ile
ilgilenmeme, gazetelerde, köşelerde davanın aleyhine bilgilere yer
verilmemesine varan körlüğü soruyoruz¨.
YAE'ciler gizlice alıp okudular sanırım |
Şimdi soru ve cevaplara bir ara verelim ve Bu olayı
biraz irdeleyelim.
Em.Org.Çetin Doğan’ın kızı Pınar Doğan ve damadı
Prof.Dr.Dani Rodrik, Balyoz Davası’na ilişkin ¨Balyoz¨ adlı bir kitap yazdılar.
Bu kitapta davaya ilişkin yaklaşık 1 500 hatalı, hukuksuz noktaya, uydurma delile
dikkat çektiler.
Dani Rodrik, bu ülkede tanınan, bir dolu arkadaşı
olan bir kişi. Doğan ve Rodrik, bu çabalarının ufak da olsa bir işe
yarayabilmesi için bir dolu akademisyen, gazeteci, kanaat önderi ve siyasetçiye
çağrılar gönderdiler ve görüşmek, dertlerini anlatmak istediler. Heyhat, bu çağırılanların
neredeyse tamamı ¨özgürlükçü demokratlar¨dan oluşuyordu. Cezayir Lokantası’nda
toplantılar organize ettiler. Her görüşe saygılı bu demokratlar, çağrıları
görmezden geldiler. Ne kitabı okudular, ne anlatılanları dinlediler ne de
toplantılara ve randevulara geldiler. Bana göre de eriştikleri en derin çukur
seviyesi burasıydı.
¨Ben bu kadarını görebildim¨ diyor herhalde |
Röportajında Çandar da itiraf
ediyor: ¨Ben kendi payıma söyleyeyim, Dani
Rodrik’ten bir iki kere görüşme talebi geldi, görüşmedim ben¨. Şimdi de
görüşmediğine pişmanmış. (Burada terbiyeme hayran kalmanız gerekiyor, sadece
Çandar için değil, toplantılara çağrılan ve gitmeyen, görüşmeyi reddeden herkes
için aynı duyguları taşıyorum, ama burada asla yazmıyorum).
Peki, bir sorun yahu. Neden görüşmemiş?
O dönemde ¨Ergenekon Davası dandik¨ diyenlerle sol liberaller (özgürlükçü demokratlar) arasındaki ¨kutuplaşmanın getirdiği gerilim¨ onu ¨bloke etmiş¨. Etmemeliymiş. Zaten Rodrik’in iddialarına da
inanmamış. ¨Hadi canım, artık bu kadar da
olmaz¨ demiş.
Usul mü, Esas mı?
Ama durun, bir yandan da kafası karışmaya başlamış.
¨İş istihbaratçı teknikleri kullanılan,
karşılıklı bir propaganda savaşına dönüşmeye başlayınca¨, bu onun işi
olmaktan çıkmış. ¨O alanlara girip ateşli
yazılar¨ yazamazmış.
Burada bir kere daha aile terbiyemin kalitesine
sığınıyorum. Küfür yok! Peki sevgili Çandar. Daha önceleri bu davalar hakkında
yazdığın yazılar, televizyon programlarındaki höykürmelerin, ateşli değil de
sönük müydü? Biz ateşli gibi görmüştük.
Sonrasında kararlara katılmadığını filan da
yazdığını söylüyor. ¨Ama Ergenekon
Davası’nın tümünü gayrı meşru kılacak bir çabaya da destek veriyor görüntüsü de
vermek¨ istememiş. Kafasındaki hukuk, adalet mefhumlarına bakın.
Burada açıkça ifade edilmesi gereken
bir olgu söz konusu. Cengiz Çandar, aslında eleştirilmesi oldukça zor bir
kişilik. Çünkü bazen öyle laflar edebiliyor ki, çaresiz kalabiliyorsunuz.
Eleştirinizi kibar ve terbiye çerçevesi içinde sözlerle yaparsanız, ¨yahu, bu
laflar böyle mi eleştirilir, bari hiç
bir şey söylemeseydin¨ gibi bir eleştiri alabilirsiniz. Hak ettiği kelimelerle
eleştirirseniz de, aile büyüklerinizden fırça yiyebilirsiniz. Şimdi Çandar’ın
bir iki cümlesini tek harfine bile dokunmadan veriyorum:
¨Davaların yürütülüş tarzının değil, ama var oluşunun, yani
usûlün belirleyici büyük önemini bilmekle birlikte, usûlün değil ama bu
davalara ilişkin esasın meşru olduğu kanaatindeyim. Hâlâ da o kanaatteyim. İşin
ucunda Kemal Kerinçsizler, Veli Küçükler vardı,
biz arkadaşımızı, Hrant Dink’i kaybetmiştik. Hrant’ın ölümüne giden
süreçte yer alan kişiler Ergenekon soruşturmasında birtakım sağlam argümanlarla
cezaevine gönderildiği vakit, ‘Yok böyle şey olur mu, bunlar tertemiz masum
adamlar’ mı diyecektik.¨
Bu Yalnızca Çandar’ın Fikri mi, Kolektif Bir Görüş mü?
Şimdi Çandar’dan biraz ayrılalım ve
bir başka ¨özgürlükçü demokrat¨a geçelim. Neden mi? En azından biraz önce sarf
ettiği sözlerin, Çandar’ın bireysel bir ifadesi olmadığını, kolektif bir siyasal
görüşün ortak ifadesi olduğunu gösterebilmek için. Farklı yüzlerce kişiden
benzer yüzlerce alıntı yapılabilir elbette. Ama yer harcamayalım.
Bizim çocuklar bu adama inandı yahu |
Kendisiyle
yapılan röportajda solun Ergenekon konusunda atıl kalıp kalmadığı sorulduğunda şöyle
cevap vermişti bir diğer ¨özgürlükçü demokrat¨:
¨Atalet değil abicim… Şimdi,
Ergenekon işi başladığında solcuların tavrını unutmayalım yani. Ben girdiğim
bütün ortamlarda azımsanmayacak sayıda insanın ‘bu da tam nedir, anlayamadık
ki, kafamız karıştı’ tavrında olduğuna tanık oldum. Ulan senin nasıl kafan karışıyor
ya Veli Küçük’ü görünce? Veli Küçük’ü görünce kafası karışan adam kötü
niyetlidir arkadaş.¨
Yani
bir önceki yazının sonunda bahsettiğim hukuki ilkeler bu arkadaşlar için
geçerli değil. Hani o masumiyet karinesi filan. (Şimdi bu özgürlükçüler, benim
Veli Küçük’ü masum ilan ettiğimi filan ileri sürerler, kızarım. Ben davadan
bahsediyorum).
Bu
ifadelerin bireysel kaynaklı değil, kolektif ifadeler olduğunu daha iyi
vurgulayabilmek için bir başka örnek daha verebilirim.
Uzun
süre önce Haber Türk TV’de Balçiçek İlter’in programına çıkan bir sol
teorisyen, ¨o davada Veli Küçük var, arkadaş, tabii ki haklıyız¨ diye
höykürmekteydi.
Daha
önce defalarca yazdım. İki bin yıldan eski Roma Hukuku’ndan bu yana tüm hukuk
dünyasında kabul görmüş bir ilke var: Usûl esastan önce gelir.
Yüksek
mahkemeler kendilerine gelen davaları önce usûl açısından denetlerler. Amerikan
dizilerinde görürsünüz, usûlsüz tutuklama bir katilin bile serbest kalmasına
neden olabilir.
Bu
üç örnekten görülen şu: Bu ¨özgürlükçü demokratlar¨, sol liberaller, kullanışlı
aptallar, (ben kısaca YAE’ciler diyorum aslında) hangisini söylerseniz söyleyin
farketmez, ne usûlün önceliği, ne masumiyet karinesi ne de başka bir hukuk
kuralı tanımıyorlar. Uzaktan Veli Küçük’ü göster, kırmızı görmüş boğaya
dönüyorlar.
Şimdi
bir kez daha zurnanın zırt dediği yere geldik. Dikkatle okuyalım.
Kullanışlı Aptal Kanıtı
Bizim
özgürlükçülerin (yahu, bu tanım aslında palavra ama, aptallar demek beni
üzüyor. Galiba çok yeri geldiğinde kullanacağım asıl tanım olan ¨kullanışlı
aptallar¨ı) Hrant Dink cinayetini Ergenekon Davası’na ya da en azından Veli
Küçük ve Kemal Kerinçsiz’e bağlama aşkı ve gayreti var ya, bir türlü olamadı.
Olamamakla da kalmadı. Dava sırasında ne Küçük’e ne de Kerinçsiz’e bu cinayetle
ilgili tek bir soru (bir kez daha bold tekrarlayalım: tek bir soru) bile sorulmadı.
Bir
garip durum daha var: Küçük’e, en çok kendisine mal edilen, Adapazarı üçgenine
ilişkin de tek bir soru sorulmadı.
Tiyatro burada oynandı |
Şimdi
bak yeri geldi işte: Ergenekon gibi bir davada içeri alınmış, tutuklanmış bir
Veli Küçük’e, Hrant Dink ya da Adapazarı üçgeni üzerine tek bir sorulmadığını
görüp de, bu dava için kafası karışmayan ¨özgürlükçü demokrat¨ kötü niyetlidir
arkadaş. Ve de angaje ¨kullanışlı aptal¨dır.
"Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka
yıkılmalıdır".
¨Ceterum censeo Carthaginem esse delendam...¨
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder