Ahmet Altan, Cengiz Çandar’ı Arkaya Attı
Bir önceki yazıda bu yazıyı Cengiz
Çandar’a ayıracağımı belirtmiştim. Gelin görün ki, Taraf’ın kurucu lideri,
liberallerin önderi, Çandar’ın da yoldaşı Ahmet Altan, yazının bir bölümü için
öne geçti. Önemli değil, bazı ifadelerim bu liberallerin tamamına yönelik
olacağı için Çandar’ı da kapsayacak. Ayrıca yazının ikinci bölümü de ona
ayrıldı.
Altan'ı Taraf'tan ayrı düşünmemek lazım |
Gel de sakin ol
Ensemdeki saçlar dikildi. Bir insan
sonradan infazcılığı kanıtlanmış olan Taraf’ın kurucu yayın yönetmenliğini üç
farklı nedenle kabul etmiş olabilir: Kişi ya çok büyük (gerçekten çok büyük)
bir menfaat temin etmektedir, ya ailesinden kaynaklanan genetik hainliğini
sürdürmektedir ya da süzme aptaldır. İlk iki ihtimalden birini seçmek
istemiyorum, ağır olabilir. En hafifi üçüncü ihtimal. Büyük bir iyi niyetle
hakkında “herhalde süzme aptaldır, canım” diyebildiğimiz biri, karşısındaki
oldukça geniş bir kesime “aptal mısınız” diye sorabiliyor. Buna çok kızdım.
Öyle ya Noel Baba diye birinin var olmadığını biliyoruz, demek ki o soruda bize
aptal demeye çalışıyor bu mahluk. (Ya da Noel Baba sembolizmasıyla başka bir
güçten bahsediyor, malum başlıkta hitap ettiği kitle, darbeci ya!)
Yazıyı hemen okudum. Daha önce bir
sürü seviyesiz yazısını okumuştum, ama bunun seviyesi dibe çok yakın. Dipte
demiyorum, çünkü Altan’ın daha düşük
seviyelere erişebileceğine güvenim tam.
Artık tamamen inanıyorum, ki...
Neyse bu yazının bana faydası
olmadığı da söylenemez. Uzun süredir bu kafaya karşı vermeyi sürdürdüğüm sözlü
ve yazılı mücadelemde, başlarda ufak ufak
huylandığım, giderek daha çok kani olduğum ve bazı yazılarımda ara sıra
bahsettiğim bir ihtimal, bu yazıyla kesin bir veri halini aldı.
Bu kişiler (sol liberaller,
YAE’ciler, kullanışlı aptallar vb.), tanıdıklarımın hepsi, muazzam büyük
egolarla maluller. Akıllarına çevreye bakmak geldiğinde, sadece çevrelerini
kaplayan dev aynalarındaki akislerini görebiliyorlar. Bulundukları yükseklik ve
aynalar yüzünden toplumun çeşitli kesimlerini görebilmeleri çok zor. Hayal
meyal görseler de, onları tanıyabilmeleri, anlayabilmeleri imkansız.
İslamcı kimdir, nasıl düşünür, nasıl
davranır? Köylü kimdir, nasıl düşünür, nasıl davranır? İşçi kimdir, nasıl
düşünür, nasıl davranır? Genel olarak halk kimdir, nasıl düşünür. Nasıl
davranır? Bunları katiyen göremedikleri için analiz de edemiyorlar. Salakça bir
ön kabulle ¨niyet okumak¨ da ayıp olduğundan, hep hata yapmaları kaçınılmaz
oluyor. Mesela birileri bunları kolayca kandırabiliyor.
Dönelim Ahmet Altan’a
Bu kadar analiz kafi. Biraz da
Altan’ın yazısına bakalım. Aslında bu yazı satır satır, cümle cümle eleştirilmeli.
Ama değmez. Diğer yandan da Altan’ın başvurduğu pis bir hileyi de açığa
çıkartmak gerekiyor.
En sondaki önermeden başlayalım.
Ergenekon ve AKP “yeni koalisyon” olarak örgütlenmiş. (Ben bu herzeyi başkalarından
da duydum.) Yazının başından, sonundaki bu herzeye kadar, bir araya
getirilemeyecek ama aklınıza gelebilecek her şey iç içe sokulmuş. Yazı adeta
bir Ergenekon iddianamesi (ya da aşure).
17-25 Aralık, Ergenekon, Balyoz,
şike, hepsi bir arada. Mehmet Cengiz’in
küfrünün altında Zarrab’ın ABD’de tutuklanması, bu işte Obama’nın katkısı,
Ensar, kötü cin (FETÖ), ardından Sabancı cinayeti. Tabii ki, JİTEM, kumpas,
hapishane stadyumlar, 28 Şubat, Gölcük’teki Balyoz belgeleri, 17.000 “faili
meçhul”.
Bu ilginç olayın boyutlarını, inilen
seviyeyi görebilmek için yazının tamamını aslından okumak gerekiyor. Böylece
harfler, kelimeler ve cümleler kullanarak aşure yapmayı öğrenebilirsiniz. Ama
büyük ihtimalle ahlaki değerleriniz sizin de aşure yapmanıza izin
vermeyecektir. Bu iddialar çorbasının tamamına burada cevap vermeye gerek yok.
Ama toplumu ve hayatı tanımadıklarının açıkça kanıtlanabilmesi için, bazı
konulara değinmek gerekiyor.
Sondan başlayalım. Neymiş? Ergenekon
(yeni biçimi) AKP ile koalisyon kurmuş. Silahını bizlere doğrultuyormuş. Bizi
vuracak tetiği öpüyormuşuz. Aptal mıymışız?
Şimdi burada önemli bir sorunun yeri
geldi. Kimmiş bu Ergenekon? Eğer Altan ve şürekasının suçlu olduklarından emin
oldukları ve bu davadan yıllarca yatmış olanlarsa, AKP ile ne pahasına olursa
olsun, bir ittifak yapmayacaklarına kalıbımı basarım. Bir, Atatürkçülük
meselesi bunu kesinlikle engeller. Bir de, o kadar sene yatmış olmanın gıcığı var
tabii. Eğer böyle bir koalisyonun ipucu olarak Başbuğ’un tavrı, veriliyorsa, o saftirik kendince bir ¨böl, parçala¨ oynuyor, ama işe yaramaz.
Yok eğer birileri yeni bir Ergenekon
kurduysa, burada da bir ittifak söz konusu olamaz. O yeni örgüt, malum şahsa
biat etmeden bu ülkede yaşayamaz. Ayrıca bu tür örgütler de öyle köy
yardımlaşma derneği gibi kolayca kurulup kapatılamaz.
Çamurluğun Alemi Yok
(Burayı tam anlamak için yazıyı
okumak gerekli aslında)
Benim tanıdığım, konuştuğum ve okuduğum hiç kimse, “devlet
içerisinde bu tür bir örgütlenme katiyen yoktur” demedi. Hatta ezici çoğunluk
da “vardır” dedi. Ama o olması muhtemel örgütün, Ergenekon davası ile bir
ilişkisinin olmadığı çok barizdi. Nitekim böyle bir ilişki kanıtlanamadı.
Ne oldu şimdi? |
Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat
Başkanlığı, canı isteyen herkesin girip bu planları bırakıp çıkabileceği bir
yer değilmiş. Askerliği de bilmiyor bu çocuklar. O ödünüzün patladığı ordu
öylesine laçka bir yerdir ki, üzerinde üniforma olmak koşuluyla neredeyse
herkes her yere girebilir. Genelkurmay Başkanı’nın odasındaki bir tamirat için
odaya yalnız yetkili generaller mi girer? Tamiratı onlar mı yapar? Kendimden
bir örnek: Onbaşı rütbesiyle Balıkesir Garnizon karargahındaki Sicil, Kıdem,
Nöbet Başkanlığı’nın her odasına girebiliyordum ve çoğu zaman da yanımda kimse
olmuyordu.
Şimdi sırada Altan’dan şairane bir
alıntı var. Ama bu konuyu irdelemem çok uzun olabilir. O nedenle bu 17.000
konusunu bir başka münferit yazıya bırakmak istiyorum. Cengiz Çandar’ı daha fazla bekletmeyelim.
“17.000 münferit cinayet… 17.000
farklı insan, 17.000 farklı insanı, 17.000 farklı nedenden öldürüp, 17.000
farklı nedenle yakalanamadı”.(A.A.)
Hay bin yağlı köfte! Kaptan Swing’i
tanımayan gençler için bir başka efekt: Hay kahrolası federaller!
Şu kadar söyleyip geçeyim:
Siyasi bir mücadele içindeysen, hele
de solcuyum diyorsan, bunu ahlak kuralları içinde sürdürmek zorundasın.
Yalanla, dolanla, abartılarla, demagojilerle yapılmamalı bu iş.
Söz konusu olan Nedim Şener ve Ahmet Şık |
Ben de kimlere söylüyorum bunları?
Bir yandan da söylemeden duramıyorum. Hani o meşhur hikayedeki gibi belki bir
deniz yıldızını kurtarabilme ümidi belki de. Tabii bu yıldızın adı asla Ahmet
Altan olamaz.
Ahmet Altan’ın bize yönelik
sorusunun bir kez daha yeri geldi: “Aptal mısınız?” Cevap sizde.
Gel Cengiz’im. Sıra Sende
Çandar röportajı iki bölümden
oluşuyor. 11 Nisan tarihli birinci bölümde yaşam hikayesi verildikten sonra,
Hazal Özvarış’ın sorularına geçiliyor.
Bu bölümde, gazeteciliği bırakma
kararı üzerine açıklamalar, siyasetçilerle ilişkiler, medya ilişkileri,
özellikle Doğan Medya konusu, telefonlarının dinlenmesi, geleceğe ilişkin
planları ve son olarak da Turan Yavuz konusu yer alıyor.
Genel bir değerlendirme yapmak
gerekirse, Ahmet Altan’da kullandığım ayna fenomeni burada daha çok kuvvetli.
Bu nasıl bir ego? Nerede, nasıl büyüttün bunu? Kim şişirdi seni?
Ego Örnekleri
“Radikal benim yüzümden kapandı”.
Dur yahu. Belki maddi nedenler vardı, belki başka bir yazar neden oldu. En
önemli, en kıymetli yazar sen misin? Diğerleri önemsiz mi, yaramaz mı? Neyse
canım, bunu onlar düşünsün.
1 Kasım seçimlerinden kısa süre
sonra Çandar, “iç politikaya dair değil, dünya odaklı yazmaya başlayacağım”
demişti. Hafif arazi olma durumu. Ama gene de kendisini gazetenin kapanmasının
en önemli nedeni olarak görebiliyordu. Kaçırmamak gerek, bu iç-dış siyaset
meselesi de önemli. Çandar’ın bu konudaki cümlesi aynen şöyle: ¨Onu günlük
Türkiye siyasetinin 1 Kasım sonrası vıdı vıdı konularıyla uğraşmayacağımı söylemek
için yazmıştım”.
Bak sen, daha önce yıllarca AKP
iktidarının değirmenine su taşı, iktidarı kaybediyorlar zannedip karşılarında aslan
kesil, 1 Kasım seçiminden sonra ¨ben iç siyaset yazmıyorum artık¨ deyip, sütre
gerisine saklanmaya çalış.
Hep söyledim, tanımıyor bunlar bugün
bile ne İslamcıları, ne de Erdoğan’ı. Affetmez seni o İslamcı eski kardeşlerin.
Bir yere yazarlar, zamanı gelince hesabını sorarlar.
Talabani'nin ¨En Yakın Türk Dostu¨ |
Acıklı Bir Hikaye: Turan Yavuz Olayı
Birinci bölümün sonunda Hazal
Özvarış Çandar’ın cevaplamakta zorlanacağı bir konuda soruyor: Turan Yavuz
olayı. Google’a girip ¨Turan Yavuz Cengiz Çandar¨ yazdığınızda bu konuya
ilişkin bir dolu yazı bulabiliyorsunuz.
Turan Yavuz, Milliyet Gazetesi’nin
Washington muhabiri, sevilen bir gazeteci, Çandar’ın ABD’ye kaçmak zorunda
kaldığında onu 35 gün evinde ağırlayan yakın dostu.
Emrah Göker’in 15/05/2007 tarihli
Birgün gazetesindeki yazısından:
Turan'a atılan 'yakın arkadaş'
kazıkları arasında Cengiz Çandar'ın da özel bir yeri vardır. Çandar Sabah'ın
temsilcisi, Turan da Milliyet'in... Gazeteler arasında 'ansiklopedi savaşları'
başlamıştı:
Kimin ansiklopedisi daha iyi?
Turan Milliyet'in verdiği
ansiklopedi için bir uzmanla söyleşi yapıyor. Söyleşinin hissesi malum: En
iyisi sizin verdiğiniz ansiklopedi!
Cengiz Çandar telefonu açıyor:
-Ne oğlum böyle bizimki iyidir
falan muhabbetleri?
-Ya ne yapayım? Gazeteden
istediler işte... Bizim ansiklopedi kötü mü diyeyim?
Yakın arkadaşlar arasında
klasik gazeteci konuşmaları işte... Karşılıklı gülüşüp telefonu kapatıyorlar.
Ertesi gün Sabah'ın manşetinde
Turan Yavuz vardır:
"Milliyet temsilcisi
verdikleri ansiklopedinin iyi olmadığını itiraf etti!"
Meğerse Cengiz Çandar, Turan'a
tuzak kurmuş konuşmaları banda almış!
Esasında Çandar’ın bu konudaki
cevaplarının tamamını
dergiden okumak lazım. Sanırım, kendisini tanımaya yeterli olacaktır. Ben kısaca özetlemeye çalışayım: Efendim, bu olay Çandar’ın büyük bir pişmanlığı imiş. Aslında itibar kaybeden kendisi olmuş. Turan Yavuz’un bir kaybı yokmuş. Çandar, bilindiği gibi suçlu değilmiş, kendi kelimeleriyle ¨hayatın insanı karşı karşıya bıraktığı ve belki de doğru cevabının asla bulunamayacağı, olamayacağı ikilemlerden biri¨ imiş.
dergiden okumak lazım. Sanırım, kendisini tanımaya yeterli olacaktır. Ben kısaca özetlemeye çalışayım: Efendim, bu olay Çandar’ın büyük bir pişmanlığı imiş. Aslında itibar kaybeden kendisi olmuş. Turan Yavuz’un bir kaybı yokmuş. Çandar, bilindiği gibi suçlu değilmiş, kendi kelimeleriyle ¨hayatın insanı karşı karşıya bıraktığı ve belki de doğru cevabının asla bulunamayacağı, olamayacağı ikilemlerden biri¨ imiş.
Gene başarısız olan biziz. Bu adam
haklı mı, haksız mı? Haksız olan o değil de hayat mı? Nasıl bileceğiz doğruyu?
Hay bin kunduz!
Gelecek yazı: Çandar röportajının
ikinci ve asıl önemli bölümü.
¨Ceterum censeo Carthaginem esse delendam...¨
"Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır".
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder