6 Mayıs 2016 Cuma

Ahmet Altan, Cengiz Çandar’ı Arkaya Attı


Bir önceki yazıda bu yazıyı Cengiz Çandar’a ayıracağımı belirtmiştim. Gelin görün ki, Taraf’ın kurucu lideri, liberallerin önderi, Çandar’ın da yoldaşı Ahmet Altan, yazının bir bölümü için öne geçti. Önemli değil, bazı ifadelerim bu liberallerin tamamına yönelik olacağı için Çandar’ı da kapsayacak. Ayrıca yazının ikinci bölümü de ona ayrıldı.

Altan'ı Taraf'tan ayrı düşünmemek lazım
Efendim, mümtaz Altan ailesinin bir üyesi olan Ahmet Altan’ın 24 Nisan tarihli P24 internet dergisinde “Kendilerine solcu, Atatürkçü diyenleri anlamıyorum; sizi vuracak tetiği niye öpüyorsunuz?” başlıklı bir yazısı yayınlandı. Alt başlık ise daha hoş: “Aptal mısınız; yoksa Noel Baba gelip sizi kurtaracak mı sanıyorsunuz?”

Gel de sakin ol


Ensemdeki saçlar dikildi. Bir insan sonradan infazcılığı kanıtlanmış olan Taraf’ın kurucu yayın yönetmenliğini üç farklı nedenle kabul etmiş olabilir: Kişi ya çok büyük (gerçekten çok büyük) bir menfaat temin etmektedir, ya ailesinden kaynaklanan genetik hainliğini sürdürmektedir ya da süzme aptaldır. İlk iki ihtimalden birini seçmek istemiyorum, ağır olabilir. En hafifi üçüncü ihtimal. Büyük bir iyi niyetle hakkında “herhalde süzme aptaldır, canım” diyebildiğimiz biri, karşısındaki oldukça geniş bir kesime “aptal mısınız” diye sorabiliyor. Buna çok kızdım. Öyle ya Noel Baba diye birinin var olmadığını biliyoruz, demek ki o soruda bize aptal demeye çalışıyor bu mahluk. (Ya da Noel Baba sembolizmasıyla başka bir güçten bahsediyor, malum başlıkta hitap ettiği kitle, darbeci ya!)


Yalnızca iki kere korunabilseydi yeterdi


Yazıyı hemen okudum. Daha önce bir sürü seviyesiz yazısını okumuştum, ama bunun seviyesi dibe çok yakın. Dipte demiyorum, çünkü Altan’ın  daha düşük seviyelere erişebileceğine güvenim tam.

Artık tamamen inanıyorum, ki...


Neyse bu yazının bana faydası olmadığı da söylenemez. Uzun süredir bu kafaya karşı vermeyi sürdürdüğüm sözlü ve yazılı mücadelemde, başlarda ufak ufak  huylandığım, giderek daha çok kani olduğum ve bazı yazılarımda ara sıra bahsettiğim bir ihtimal, bu yazıyla kesin bir veri halini aldı.

Bu kişiler (sol liberaller, YAE’ciler, kullanışlı aptallar vb.), tanıdıklarımın hepsi, muazzam büyük egolarla maluller. Akıllarına çevreye bakmak geldiğinde, sadece çevrelerini kaplayan dev aynalarındaki akislerini görebiliyorlar. Bulundukları yükseklik ve aynalar yüzünden toplumun çeşitli kesimlerini görebilmeleri çok zor. Hayal meyal görseler de, onları tanıyabilmeleri, anlayabilmeleri imkansız.


Bu da Çetin Altan'ın diğer günahı


İslamcı kimdir, nasıl düşünür, nasıl davranır? Köylü kimdir, nasıl düşünür, nasıl davranır? İşçi kimdir, nasıl düşünür, nasıl davranır? Genel olarak halk kimdir, nasıl düşünür. Nasıl davranır? Bunları katiyen göremedikleri için analiz de edemiyorlar. Salakça bir ön kabulle ¨niyet okumak¨ da ayıp olduğundan, hep hata yapmaları kaçınılmaz oluyor. Mesela birileri bunları kolayca kandırabiliyor.

Dönelim Ahmet Altan’a


Bu kadar analiz kafi. Biraz da Altan’ın yazısına bakalım. Aslında bu yazı satır satır, cümle cümle eleştirilmeli. Ama değmez. Diğer yandan da Altan’ın başvurduğu pis bir hileyi de açığa çıkartmak gerekiyor.


Büyük planı yakalamışlardı


En sondaki önermeden başlayalım. Ergenekon ve AKP “yeni koalisyon” olarak örgütlenmiş. (Ben bu herzeyi başkalarından da duydum.) Yazının başından, sonundaki bu herzeye kadar, bir araya getirilemeyecek ama aklınıza gelebilecek her şey iç içe sokulmuş. Yazı adeta bir Ergenekon iddianamesi (ya da aşure).

17-25 Aralık, Ergenekon, Balyoz, şike, hepsi bir  arada. Mehmet Cengiz’in küfrünün altında Zarrab’ın ABD’de tutuklanması, bu işte Obama’nın katkısı, Ensar, kötü cin (FETÖ), ardından Sabancı cinayeti. Tabii ki, JİTEM, kumpas, hapishane stadyumlar, 28 Şubat, Gölcük’teki Balyoz belgeleri, 17.000 “faili meçhul”.

Bu ilginç olayın boyutlarını, inilen seviyeyi görebilmek için yazının tamamını aslından okumak gerekiyor. Böylece harfler, kelimeler ve cümleler kullanarak aşure yapmayı öğrenebilirsiniz. Ama büyük ihtimalle ahlaki değerleriniz sizin de aşure yapmanıza izin vermeyecektir. Bu iddialar çorbasının tamamına burada cevap vermeye gerek yok. Ama toplumu ve hayatı tanımadıklarının açıkça kanıtlanabilmesi için, bazı konulara değinmek gerekiyor.


Bu zavallı Altan'ın ası



AKP-Ergenekon Koalisyonu


Sondan başlayalım. Neymiş? Ergenekon (yeni biçimi) AKP ile koalisyon kurmuş. Silahını bizlere doğrultuyormuş. Bizi vuracak tetiği öpüyormuşuz. Aptal mıymışız?

Şimdi burada önemli bir sorunun yeri geldi. Kimmiş bu Ergenekon? Eğer Altan ve şürekasının suçlu olduklarından emin oldukları ve bu davadan yıllarca yatmış olanlarsa, AKP ile ne pahasına olursa olsun, bir ittifak yapmayacaklarına kalıbımı basarım. Bir, Atatürkçülük meselesi bunu kesinlikle engeller. Bir de, o kadar sene yatmış olmanın gıcığı var tabii. Eğer böyle bir koalisyonun ipucu olarak Başbuğ’un tavrı, veriliyorsa, o saftirik kendince bir ¨böl, parçala¨ oynuyor, ama işe yaramaz.


Bu da Altan'ın papazı


Yok eğer birileri yeni bir Ergenekon kurduysa, burada da bir ittifak söz konusu olamaz. O yeni örgüt, malum şahsa biat etmeden bu ülkede yaşayamaz. Ayrıca bu tür örgütler de öyle köy yardımlaşma derneği gibi kolayca kurulup kapatılamaz.

Çamurluğun Alemi Yok


(Burayı tam anlamak için yazıyı okumak gerekli aslında)
Benim tanıdığım,  konuştuğum ve okuduğum hiç kimse, “devlet içerisinde bu tür bir örgütlenme katiyen yoktur” demedi. Hatta ezici çoğunluk da “vardır” dedi. Ama o olması muhtemel örgütün, Ergenekon davası ile bir ilişkisinin olmadığı çok barizdi. Nitekim böyle bir ilişki kanıtlanamadı.

Ne oldu şimdi?

Türkiye’de futbol seyreden herkesin, şikenin şu veya bu düzeyde varlığına ilişkin bir fikri vardır. Benim bildiğim kadarıyla dava sırasında kimse “bu ülkede şike yoktur” demedi. Ama bu davayla hedeflenen, gerçek bir şike olayını ortaya çıkarmak, ülkede şikeyi engellemek filan değildi. Türkiye’nin en büyük sivil toplum gücü Fenerbahçe’yi  ele geçirmekti.

Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı, canı isteyen herkesin girip bu planları bırakıp çıkabileceği bir yer değilmiş. Askerliği de bilmiyor bu çocuklar. O ödünüzün patladığı ordu öylesine laçka bir yerdir ki, üzerinde üniforma olmak koşuluyla neredeyse herkes her yere girebilir. Genelkurmay Başkanı’nın odasındaki bir tamirat için odaya yalnız yetkili generaller mi girer? Tamiratı onlar mı yapar? Kendimden bir örnek: Onbaşı rütbesiyle Balıkesir Garnizon karargahındaki Sicil, Kıdem, Nöbet Başkanlığı’nın her odasına girebiliyordum ve çoğu zaman da yanımda kimse olmuyordu.


En sevdiğim manşet


Şimdi sırada Altan’dan şairane bir alıntı var. Ama bu konuyu irdelemem çok uzun olabilir. O nedenle bu 17.000 konusunu bir başka münferit yazıya bırakmak istiyorum. Cengiz Çandar’ı daha fazla bekletmeyelim.

“17.000 münferit cinayet… 17.000 farklı insan, 17.000 farklı insanı, 17.000 farklı nedenden öldürüp, 17.000 farklı nedenle  yakalanamadı”.(A.A.)

Hay bin yağlı köfte! Kaptan Swing’i tanımayan gençler için bir başka efekt: Hay kahrolası federaller!

Şu kadar söyleyip geçeyim:

Siyasi bir mücadele içindeysen, hele de solcuyum diyorsan, bunu ahlak kuralları içinde sürdürmek zorundasın. Yalanla, dolanla, abartılarla, demagojilerle yapılmamalı bu iş.


Söz konusu olan Nedim Şener ve Ahmet Şık


Ben de kimlere söylüyorum bunları? Bir yandan da söylemeden duramıyorum. Hani o meşhur hikayedeki gibi belki bir deniz yıldızını kurtarabilme ümidi belki de. Tabii bu yıldızın adı asla Ahmet Altan olamaz.

Ahmet Altan’ın bize yönelik sorusunun bir kez daha yeri geldi: “Aptal mısınız?” Cevap sizde.

Gel Cengiz’im. Sıra Sende


Çandar röportajı iki bölümden oluşuyor. 11 Nisan tarihli birinci bölümde yaşam hikayesi verildikten sonra, Hazal Özvarış’ın sorularına geçiliyor.

Bu bölümde, gazeteciliği bırakma kararı üzerine açıklamalar, siyasetçilerle ilişkiler, medya ilişkileri, özellikle Doğan Medya konusu, telefonlarının dinlenmesi, geleceğe ilişkin planları ve son olarak da Turan Yavuz konusu yer alıyor.

Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, Ahmet Altan’da kullandığım ayna fenomeni burada daha çok kuvvetli. Bu nasıl bir ego? Nerede, nasıl büyüttün bunu? Kim şişirdi seni? 

Ego Örnekleri


“Radikal benim yüzümden kapandı”. Dur yahu. Belki maddi nedenler vardı, belki başka bir yazar neden oldu. En önemli, en kıymetli yazar sen misin? Diğerleri önemsiz mi, yaramaz mı? Neyse canım, bunu onlar düşünsün.

Atma Recep, din kardeşiyiz

1 Kasım seçimlerinden kısa süre sonra Çandar, “iç politikaya dair değil, dünya odaklı yazmaya başlayacağım” demişti. Hafif arazi olma durumu. Ama gene de kendisini gazetenin kapanmasının en önemli nedeni olarak görebiliyordu. Kaçırmamak gerek, bu iç-dış siyaset meselesi de önemli. Çandar’ın bu konudaki cümlesi aynen şöyle: ¨Onu günlük Türkiye siyasetinin 1 Kasım sonrası vıdı vıdı konularıyla uğraşmayacağımı söylemek için yazmıştım”.

Bak sen, daha önce yıllarca AKP iktidarının değirmenine su taşı, iktidarı kaybediyorlar zannedip karşılarında aslan kesil, 1 Kasım seçiminden sonra ¨ben iç siyaset yazmıyorum artık¨ deyip, sütre gerisine saklanmaya çalış.

Hep söyledim, tanımıyor bunlar bugün bile ne İslamcıları, ne de Erdoğan’ı. Affetmez seni o İslamcı eski kardeşlerin. Bir yere yazarlar, zamanı gelince hesabını sorarlar.


Talabani'nin ¨En Yakın Türk Dostu¨

Birinci bölümün ilginç kısımlarından biri de, Çandar’ın çeşitli devlet adamlarıyla kişisel dostluklarını sıraladığı paragraf. Yaser Arafat’ın, Talabani’nin ¨en yakın Türk dostu¨, Turgut Özal’ın cumhurbaşkanlığı sırasında yakın çalışma arkadaşı ve danışmanı. Kendi ifadesiyle, ¨kıdemli ve iyi bir gazeteci olmakla birlikte, dış dünyada ‘public intellectual’ olarak nitelendirilecek biri.¨


Reis ve ¨public intellectual¨ uçakta. Yabancılar kesmemiş.


Acıklı Bir Hikaye: Turan Yavuz Olayı


Birinci bölümün sonunda Hazal Özvarış Çandar’ın cevaplamakta zorlanacağı bir konuda soruyor: Turan Yavuz olayı. Google’a girip ¨Turan Yavuz Cengiz Çandar¨ yazdığınızda bu konuya ilişkin bir dolu yazı bulabiliyorsunuz.

Turan Yavuz, Milliyet Gazetesi’nin Washington muhabiri, sevilen bir gazeteci, Çandar’ın ABD’ye kaçmak zorunda kaldığında onu 35 gün evinde ağırlayan yakın dostu.

Emrah Göker’in 15/05/2007 tarihli Birgün gazetesindeki yazısından:


Resminden tanırsınız: Turan Yavuz


Turan'a atılan 'yakın arkadaş' kazıkları arasında Cengiz Çandar'ın da özel bir yeri vardır. Çandar Sabah'ın temsilcisi, Turan da Milliyet'in... Gazeteler arasında 'ansiklopedi savaşları' başlamıştı:
Kimin ansiklopedisi daha iyi?
Turan Milliyet'in verdiği ansiklopedi için bir uzmanla söyleşi yapıyor. Söyleşinin hissesi malum: En iyisi sizin verdiğiniz ansiklopedi!
Cengiz Çandar telefonu açıyor:
-Ne oğlum böyle bizimki iyidir falan muhabbetleri?
-Ya ne yapayım? Gazeteden istediler işte... Bizim ansiklopedi kötü mü diyeyim?
Yakın arkadaşlar arasında klasik gazeteci konuşmaları işte... Karşılıklı gülüşüp telefonu kapatıyorlar.
Ertesi gün Sabah'ın manşetinde Turan Yavuz vardır:
"Milliyet temsilcisi verdikleri ansiklopedinin iyi olmadığını itiraf etti!"
Meğerse Cengiz Çandar, Turan'a tuzak kurmuş konuşmaları banda almış!

Bilerek büyük koydum. En üstteki yazı


Esasında Çandar’ın bu konudaki cevaplarının tamamını 
dergiden okumak lazım. Sanırım, kendisini tanımaya yeterli olacaktır. Ben kısaca özetlemeye çalışayım: Efendim, bu olay Çandar’ın büyük bir pişmanlığı imiş. Aslında itibar kaybeden kendisi olmuş. Turan Yavuz’un bir kaybı yokmuş. Çandar, bilindiği gibi suçlu değilmiş, kendi kelimeleriyle ¨hayatın insanı karşı karşıya bıraktığı ve belki de doğru cevabının asla bulunamayacağı, olamayacağı ikilemlerden biri¨ imiş.
Gene başarısız olan biziz. Bu adam haklı mı, haksız mı? Haksız olan o değil de hayat mı? Nasıl bileceğiz doğruyu? 

Hay bin kunduz!

Gelecek yazı: Çandar röportajının ikinci ve asıl önemli bölümü.

¨Ceterum censeo Carthaginem esse delendam...¨
"Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır".

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder