12 Mayıs 2016 Perşembe

Çandar’a Devam (2.Bölüm)


En beğenilen, en çok okunan yazılarım bile uzun oldukları için eleştiriliyor. Eleştirenler haklı. Bu konuda daha önce yazmıştım aslında. Kısaca yinelemek gerekirse, bunun nedenleri herhalde Almanca eğitimin verdiği alışkanlık, ansiklopedi redaktörlüğümün çok geride kalmış olması ve tabii bir de doğum yapar gibi sancılı yazıyor olmam.

Bu girişi neden yaptım:

Geçen yazıda hakkında yazdığım röportajın 1.bölümü, yaklaşık 4 500 kelime, aralıklar dahil 32 700 karakterden oluşuyordu. Ve dokunulmadan atlanabilecek çok yeri vardı.

Şimdi üzerine yazmaya başladığım 2.bölüm ise 7 900 kelimeden ve aralıklarıyla birlikte 60 000 karakterden oluşuyor. Yani, hem çok daha uzun hem de çok daha yoğun. Pek atlayarak geçilecek gibi değil. Çandar, her cümlede yeni bir herze sarf etmiş, Özvarış da onun daralıp saçmalamasına yardım etmiş. Atlayarak geçemememin bir sebebi daha var. Çoğu zaman bu herzeleri yalnız kendi adına değil, kullanışlı yoldaşları (C.Ç. bunları ¨özgürlükçü demokratlar¨ olarak adlandırıyor) adına da kullanıyor.
 

Son pişmanlık fayda veriyor mu?

Yazılarımı kısaltabilmek için röportajın bu bölümünü birkaç parçaya bölmeye karar verdim. Bu bölme işlemini olabildiğince konulara göre yapmaya çalışacağım tabii.

Aslında bu röportajın önemi şurada: ¨Kullanışlı özgürlükçü demokratlar¨ adına da konuştuğu için ve bugüne kadar da onlardan bu konuda bir itiraz gelmemiş olduğu için, bir hamlede o yoldaşların tümüne vurabilme imkanı var. ¨Ne uğraşıyorsun Çandar’la ya da onlarla, boş ver gitsin, Allahlarından bulsunlar¨ diyecekler olabilir, ama açıkçası bu fırsatı kaçırmak istemedim. Ne  yapayım, bu da benim zaafım. Ayrıca daha önce de defalarca belirttiğim gibi, suçlarının ağırlığı her geçen gün artıyor. İkaz etmek, sarsmak lazım.

Bir daha bravo, Hazal Özvarış


Şimdiye kadarki yazılarım arasında en zorlarından biri bu olacak gibi. Çandar öyle zeki ve kaygan ki, Özvarış’ın bazı soruları olmasa, yakalamak oldukça zor. Özvarış’ı bir kez daha tebrik etmek istiyorum. Çandar’ın ustaca saklamaya, gölgelemeye, flulaştırmaya çalıştığı noktaları birer birer deşerek, bazen kendine tümüyle hakim olamadığı anlarda egosunu pompalayarak açığa sergilemeyi başarmış. Bir de bazı soruları öyle bir sormuş ki, benim yapmayı düşündüğüm eleştirilerin çoğu zaten o soruların içinde. Bu nedenle yazıyı uzatmayı göze alarak, bazen Özvarış’ın sorularını ve Çandar’ın cevaplarını kelimesine dokunmadan aynen vermek istiyorum.

Röportajın ilk kısmında Çandar, telefonlarının dinlenmiş olmasını, sadece Cemaat'in değil devletin de dinlediğini, bunda Cemaat’in payını, Cemaat’in Oslo’daki MİT-PKK görüşmelerini kullanarak Fidan’ı ve Erdoğan’ı hedef almasını anlatıyor. MİT¨in  soruşturulmasına karşı çıkıyor ve devletin örgütlerle bu tür görüşmeleri yapabileceğini savunuyor. Güney Afrika ve İrlanda örneklerini veriyor.

Burada iki ufak hatası var. Gerek Güney  Afrika’da ANC gerekse İrlanda’da IRA görüşmeler sırasında silah bırakmışlardı, daha da önemlisi, bu görüşmelerin anlaşmalar imzalanana kadar ortaya çıkmamış, farklı bir söyleyişle devletlerin güvenlik örgütlerinin suçüstü yakalanmamış olmalarıydı.

Ergenekon Davası'na Giriş

 

Çandar, Ergenekon yüzünden Can Dündar'a saldırmıştı

Özvarış, Ergenekon davasına geçiyor ve 2008  yılında Can Dündar’ın davayı eleştiren bir yazısına karşı Çandar’ın yaptığı eleştiriyi (hatta saldırıyı) bugün benimseyip benimsemediğini soruyor. Cevap ilginç: ¨Ben ve benim gibi insanlar, o dönemde Can Dündar’ın bu konuda gösterdiği duyarlılığı ya hiç göstermedik ya da yeterince göstermedik, göstermeliydik¨. Burada hep beraber tekrarlanacak: Eşhedü enla ilahe illallah, ........

Röportajın devamında söylediklerini okumadan, Çandar’ın doğru çizgiye en çok yaklaştığı nokta burası. Bir daha bu yakınlığa erişemiyor. Zaten burada da hemen ardından Can Dündar ve birçok insanın, askeri darbecilik kültürü konusunda duyarlı olmadıklarını iddia ediyor. ¨O bize gelmeliydi, biz ona gitmeliydik, ortada buluşmalıydık¨ gibisinden garip ifadelere sapıyor.

İşte ¨Özgürlükçü Demokrat¨ Hukuku


Özvarış’ın, Türkiye'de hukuk siteminin hataya meyli bilindiği halde, tecrübeniz neden bu davalarda es geçti? ¨Türkiye'de asker zihniyeti yargılanıyordu' diyerek  sanık sandalyesinde oturanları görmemeniz nasıl mümkün oldu?¨ şeklindeki muhteşem sorularına da dehşet bir yanıt veriyor Çandar. 

Özellikle ilk cümlesi çok önemli, aynen cımbızlıyorum: ¨Görmemek diye bir şey yok, kurunun yanında, neredeyse kuruların adedi kadar yaşların da yanma hali var¨. Aslında bu cevaptan sonra ne söylerse söylesin önemsiz, bu söylediği çok ahlaksızca çünkü. Bu hakkın, hukukun, adaletin reddi.
 

Ne ekleyebilirim? ¨Özgürlükçü demokratlar¨dan bir demet

Çandar ve bazılarının isimlerini hemen ardından yanına katacağı kişiler, yani özgürlükçü demokratlar, onun nitelemesiyle AB karşıtları, Kıbrıs  ve Kürt sorununun çözümüne karşı olanlar (yani Ergenekoncular, darbeciler vb.  Z.B.) tarafından ezilmeye, susturulmaya çalışılmışlar. Bu kişiler, özgürlükçü demokratları vatan haini olarak nitelemişler. Bu kutuplaşma nedeniyle de Çandar ve onun gibiler gerilmişler, bazı şeyleri görememişler ve hata yapmışlar.

Nokta (Alper Görmüş) ele geçirmiş (?)


Yine hemen bunun ardından notlar, defterler vb. devreye giriyor ve Çandar muhtemel darbe planlarının ve girişimlerinin varlığını bunlar üzerinden savunuyor. Özvarış’ın ¨ancak bu bilgi davanın hukuki kanıtı değildi?¨ sorusuna,
mealen ¨girişimler, ipuçları vardı...¨ diyebiliyor. Bir sonraki cümle orijinal alıntı: ¨hukuki kanıtlar elde edilebilirdi¨.


Niyetinin iyi olmadığı açıkça kanıtlanabilen bir ekipler ittifakının yıllarca sürdürdüğü bir davada (sıkı durun) 18 bin sayfalık iddianame, 40 bin sayfalık celse zabıtları, 120 milyon sayfa ek klasörle alanında Dünya hukuk tarihi rekoru kırılıyor ve ¨hukuki kanıtlar elde¨ edilemiyor.

Hukuki Kanıtlardan Örnekler


Burada davada yararlanılan bazı kanıtları ve tanıkları hatırlatmakta yarar var. Birileri çok kızabilir, ama alıntı Yılmaz Özdil’den.

¨Turşu tarifi delil kabul edildi. Temel Reis, Garfield, Kırmızı Başlıklı Kız şüpheli şahıs oldu. Mozart albümüne, Zeki Müren kasetlerine el konuldu. Süs eşyasına el bombası dediler, el bombası değil süs eşyası olduğunun kanıtlanması iki sene aldı. Yazmayayım diyorum ama… Delirenler oldu. Elini ahize gibi tutarak, hücresinde saatlerce hayali telefon görüşmeleri 
yapanlar


Yazısı içinde

vardı. 1873 yapımı, Avusturya Macaristan İmparatorluğu dönemine ait antika tüfeğe, suikast silahı denildi. 1939 model 77 senelik tabancanın, rakamları değiştirildi, 1993 model yapıldı. Profesör Mehmet  Haberal'ın süt ve yoğurt broşörü delil dosyasına konuldu. Tutukluluğa itiraz eden hakimler görevden alındı. Tahliye kararı veren hakimler, yandaş medyada linç edildi. Örgüte helikopter alacağını söyleyen, o kadar zengin olduğunu söyleyen, ama, kontörü bittiği için mesaj atamayan dolandırıcı, tanık yapıldı. Sekiz ayrı tecavüz davası olan sapık, tanık yapıldı. Gasptan, hırsızlıktan sabıkası olan, cinayetten hükümlü katil, tanık yapıldı. 191 saldırı ve 283 kişinin ölümünden sorumlu tutularak, müebbete mahkum edilmiş tescilli terörist (hatırlamayanlar için, Şemdin Sakık, Z.B.) tanık yapıldı…

Yılmaz Özdil açık yazmamış, bu da benden:

İçeriğinde hiç kan olmayan Ergenekon Davası’na kan bulaştırabilmek için bizzat savcı Zekeriya Öz tarafından istihdam edilen ve Öz’ün ¨Gel bakalım Osman’ım¨ diye hitap ettiği Osman Yıldırım, çoktan kapanmış olan Danıştay Davası’nın Ergenekon’a bağlanmasında kullanıldı.
 

Bunun yüzünden kaç kişi yıllarca içeride kaldı

Parlak bir geçmişe sahipti. Ablasını öldürmek, öz yeğenini erkeklere pazarlamak, öldürmeye teşebbüs, sahte kimlik yaptırmak ve Atatürk’e hakaretten çeşitli cezalar almıştı. Danıştay Davası’nda müebbet hapse mahkum olmuştu, hükümlü olarak geldiği Ergenekon Davası’nda tanık oldu, ardından gizli tanık oldu. Ergenekon üyeliği ve tehlikeli madde bulundurmaktan ceza aldı. Tutuklu kaldığı süre gözönüne alınarak tahliye edildi. Yüzü estetik ameliyatla değiştirildi ve 2 500 TL maaş bağlandı. Dava çökünce Bulgaristan'a kaçtığı söyleniyor.

İşte elde edilen kanıtların, tanıkların bir kısmı böyleydi. Ama Çandar ve diğer özgürlükçü demokratlar, avazı çıktığı kadar feryat eden sanıklara, avukatlara ve ¨Ergenekoncu¨ gazetecilere rağmen, bunları görmediler. 


Hrant Dink Cinayetini azmettirenler bunlar değilmiş meğer


Görebildikleri, Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz’di. İlk kez Sovyet tarihinde kullanılmış olan ¨kullanışlı aptallar¨ ifadesinin bu arkadaşlar için de kullanılmasının haklı nedenlerinden biri mental kaynaklı bu görme kusurudur.

Ama bu arkadaşlar üzülmesin, Silivri Mahkemesi Osmanım’ın tanıklığıyla Danıştay Saldırısı’nı Ergenekon Örgütü’nün yaptığını kabul ederek örgüt yöneticiliği ve azmettiricilikten  Veli Küçük'e ve Muzaffer Tekin’e (iki kez ağırlaştırılmış müebbet ve 117'şer yıl)  ceza verdi.

Yeri geldi: ¨Kahrolası Federaller!¨

Ceterum censeo Carthaginem esse delendam...

Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder