Çandar’a Devam (2.Bölüm)
En
beğenilen, en çok okunan yazılarım bile uzun oldukları için eleştiriliyor.
Eleştirenler haklı. Bu konuda daha önce yazmıştım aslında. Kısaca yinelemek
gerekirse, bunun nedenleri herhalde Almanca eğitimin verdiği alışkanlık, ansiklopedi redaktörlüğümün çok
geride kalmış olması ve tabii bir de doğum yapar gibi sancılı yazıyor olmam.
Bu
girişi neden yaptım:
Geçen
yazıda hakkında yazdığım röportajın 1.bölümü, yaklaşık 4 500 kelime, aralıklar
dahil 32 700 karakterden oluşuyordu. Ve dokunulmadan atlanabilecek çok yeri
vardı.
Şimdi
üzerine yazmaya başladığım 2.bölüm ise 7 900 kelimeden ve aralıklarıyla
birlikte 60 000 karakterden oluşuyor. Yani, hem çok daha uzun hem de çok daha yoğun.
Pek atlayarak geçilecek gibi değil. Çandar, her cümlede yeni bir herze sarf
etmiş, Özvarış da onun daralıp saçmalamasına yardım etmiş. Atlayarak
geçemememin bir sebebi daha var. Çoğu zaman bu herzeleri yalnız kendi adına
değil, kullanışlı yoldaşları (C.Ç. bunları ¨özgürlükçü
demokratlar¨ olarak adlandırıyor) adına da kullanıyor.
Yazılarımı
kısaltabilmek için röportajın bu bölümünü birkaç parçaya bölmeye karar verdim.
Bu bölme işlemini olabildiğince konulara göre yapmaya çalışacağım tabii.
Aslında
bu röportajın önemi şurada: ¨Kullanışlı özgürlükçü demokratlar¨ adına da konuştuğu
için ve bugüne kadar da onlardan bu konuda bir itiraz gelmemiş olduğu için, bir
hamlede o yoldaşların tümüne vurabilme imkanı var. ¨Ne uğraşıyorsun Çandar’la ya da onlarla, boş ver gitsin, Allahlarından bulsunlar¨ diyecekler olabilir, ama açıkçası bu
fırsatı kaçırmak istemedim. Ne yapayım,
bu da benim zaafım. Ayrıca daha önce de defalarca belirttiğim gibi, suçlarının
ağırlığı her geçen gün artıyor. İkaz etmek, sarsmak lazım.
Bir daha bravo, Hazal Özvarış
Şimdiye
kadarki yazılarım arasında en zorlarından biri bu olacak gibi. Çandar öyle zeki
ve kaygan ki, Özvarış’ın bazı soruları olmasa, yakalamak oldukça zor. Özvarış’ı
bir kez daha tebrik etmek istiyorum. Çandar’ın ustaca saklamaya, gölgelemeye,
flulaştırmaya çalıştığı noktaları birer birer deşerek, bazen kendine tümüyle
hakim olamadığı anlarda egosunu pompalayarak açığa sergilemeyi başarmış. Bir de bazı soruları öyle bir sormuş ki, benim yapmayı düşündüğüm eleştirilerin çoğu zaten
o soruların içinde. Bu nedenle yazıyı uzatmayı göze alarak, bazen Özvarış’ın
sorularını ve Çandar’ın cevaplarını kelimesine dokunmadan aynen vermek
istiyorum.
Röportajın
ilk kısmında Çandar, telefonlarının dinlenmiş olmasını, sadece Cemaat'in değil devletin de dinlediğini, bunda Cemaat’in payını,
Cemaat’in Oslo’daki MİT-PKK görüşmelerini kullanarak Fidan’ı ve Erdoğan’ı hedef
almasını anlatıyor. MİT¨in
soruşturulmasına karşı çıkıyor ve devletin örgütlerle bu tür görüşmeleri
yapabileceğini savunuyor. Güney Afrika ve İrlanda örneklerini veriyor.
Burada
iki ufak hatası var. Gerek Güney
Afrika’da ANC gerekse İrlanda’da IRA görüşmeler sırasında silah bırakmışlardı,
daha da önemlisi, bu görüşmelerin anlaşmalar imzalanana kadar ortaya çıkmamış,
farklı bir söyleyişle devletlerin güvenlik örgütlerinin suçüstü yakalanmamış olmalarıydı.
Ergenekon Davası'na Giriş
Özvarış,
Ergenekon davasına geçiyor ve 2008
yılında Can Dündar’ın davayı eleştiren bir yazısına karşı Çandar’ın yaptığı
eleştiriyi (hatta saldırıyı) bugün benimseyip benimsemediğini soruyor. Cevap
ilginç: ¨Ben ve benim gibi insanlar, o
dönemde Can Dündar’ın bu konuda gösterdiği duyarlılığı ya hiç göstermedik ya da
yeterince göstermedik, göstermeliydik¨. Burada hep beraber tekrarlanacak:
Eşhedü enla ilahe illallah, ........
Röportajın
devamında söylediklerini okumadan, Çandar’ın doğru çizgiye en çok yaklaştığı
nokta burası. Bir daha bu yakınlığa erişemiyor. Zaten burada da hemen ardından Can
Dündar ve birçok insanın, askeri darbecilik kültürü konusunda duyarlı
olmadıklarını iddia ediyor. ¨O bize gelmeliydi, biz ona gitmeliydik, ortada
buluşmalıydık¨ gibisinden garip ifadelere sapıyor.
İşte ¨Özgürlükçü Demokrat¨ Hukuku
Özvarış’ın, Türkiye'de hukuk siteminin hataya meyli bilindiği halde, tecrübeniz neden bu davalarda es geçti? ¨Türkiye'de asker zihniyeti yargılanıyordu' diyerek sanık sandalyesinde oturanları görmemeniz nasıl mümkün oldu?¨ şeklindeki muhteşem sorularına da dehşet bir yanıt veriyor Çandar.
Özellikle ilk cümlesi çok önemli, aynen
cımbızlıyorum: ¨Görmemek diye bir şey
yok, kurunun yanında, neredeyse kuruların adedi kadar yaşların da yanma hali
var¨. Aslında bu cevaptan sonra ne söylerse söylesin önemsiz, bu söylediği çok
ahlaksızca çünkü. Bu hakkın, hukukun, adaletin reddi.
Çandar
ve bazılarının isimlerini hemen ardından yanına katacağı kişiler, yani
özgürlükçü demokratlar, onun nitelemesiyle AB karşıtları, Kıbrıs ve Kürt sorununun çözümüne karşı olanlar (yani
Ergenekoncular, darbeciler vb. Z.B.) tarafından ezilmeye, susturulmaya çalışılmışlar. Bu
kişiler, özgürlükçü demokratları vatan haini olarak nitelemişler. Bu kutuplaşma
nedeniyle de Çandar ve onun gibiler gerilmişler, bazı şeyleri görememişler ve
hata yapmışlar.
Nokta (Alper Görmüş) ele geçirmiş (?) |
Yine
hemen bunun ardından notlar, defterler vb. devreye giriyor ve Çandar muhtemel
darbe planlarının ve girişimlerinin varlığını bunlar üzerinden savunuyor.
Özvarış’ın ¨ancak bu bilgi davanın hukuki kanıtı değildi?¨ sorusuna,
Niyetinin
iyi olmadığı açıkça kanıtlanabilen bir ekipler ittifakının yıllarca sürdürdüğü
bir davada (sıkı durun) 18 bin sayfalık iddianame,
40 bin sayfalık celse zabıtları, 120 milyon sayfa ek klasörle alanında Dünya
hukuk tarihi rekoru kırılıyor ve ¨hukuki kanıtlar elde¨ edilemiyor.
Hukuki Kanıtlardan Örnekler
Burada davada yararlanılan bazı kanıtları ve tanıkları
hatırlatmakta yarar var. Birileri çok kızabilir, ama alıntı Yılmaz Özdil’den.
¨Turşu
tarifi delil kabul edildi. Temel Reis, Garfield, Kırmızı Başlıklı Kız şüpheli
şahıs oldu. Mozart albümüne, Zeki Müren kasetlerine el konuldu. Süs eşyasına el
bombası dediler, el bombası değil süs eşyası olduğunun kanıtlanması iki sene
aldı. Yazmayayım diyorum ama… Delirenler oldu. Elini ahize gibi tutarak,
hücresinde saatlerce hayali telefon görüşmeleri
yapanlar
vardı. 1873 yapımı,
Avusturya Macaristan İmparatorluğu dönemine ait antika tüfeğe, suikast silahı
denildi. 1939 model 77 senelik tabancanın, rakamları değiştirildi, 1993 model
yapıldı. Profesör Mehmet Haberal'ın süt ve yoğurt broşörü delil dosyasına konuldu. Tutukluluğa itiraz eden hakimler
görevden alındı. Tahliye kararı veren hakimler, yandaş medyada linç edildi.
Örgüte helikopter alacağını söyleyen, o kadar zengin olduğunu söyleyen, ama,
kontörü bittiği için mesaj atamayan dolandırıcı, tanık yapıldı. Sekiz ayrı
tecavüz davası olan sapık, tanık yapıldı. Gasptan, hırsızlıktan sabıkası olan,
cinayetten hükümlü katil, tanık yapıldı. 191 saldırı ve 283 kişinin ölümünden
sorumlu tutularak, müebbete mahkum edilmiş tescilli terörist (hatırlamayanlar
için, Şemdin Sakık, Z.B.) tanık yapıldı…
Yazısı içinde |
Yılmaz
Özdil açık yazmamış, bu da benden:
İçeriğinde
hiç kan olmayan Ergenekon Davası’na kan bulaştırabilmek için bizzat savcı
Zekeriya Öz tarafından istihdam edilen ve Öz’ün ¨Gel bakalım Osman’ım¨ diye
hitap ettiği Osman Yıldırım, çoktan kapanmış olan Danıştay Davası’nın
Ergenekon’a bağlanmasında kullanıldı.
Parlak
bir geçmişe sahipti. Ablasını öldürmek, öz yeğenini erkeklere pazarlamak,
öldürmeye teşebbüs, sahte kimlik yaptırmak ve Atatürk’e hakaretten çeşitli
cezalar almıştı. Danıştay Davası’nda müebbet hapse mahkum olmuştu, hükümlü olarak geldiği
Ergenekon Davası’nda tanık oldu, ardından gizli tanık oldu. Ergenekon üyeliği
ve tehlikeli madde bulundurmaktan ceza aldı. Tutuklu kaldığı süre gözönüne
alınarak tahliye edildi. Yüzü estetik ameliyatla değiştirildi ve 2 500 TL maaş
bağlandı. Dava çökünce Bulgaristan'a kaçtığı söyleniyor.
İşte
elde edilen kanıtların, tanıkların bir kısmı
böyleydi. Ama Çandar ve diğer özgürlükçü demokratlar, avazı çıktığı kadar
feryat eden sanıklara, avukatlara ve ¨Ergenekoncu¨ gazetecilere rağmen, bunları görmediler.
Görebildikleri,
Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz’di. İlk kez Sovyet tarihinde kullanılmış olan
¨kullanışlı aptallar¨ ifadesinin bu arkadaşlar için de kullanılmasının haklı
nedenlerinden biri mental kaynaklı bu görme kusurudur.
Ama
bu arkadaşlar üzülmesin, Silivri Mahkemesi Osmanım’ın tanıklığıyla Danıştay
Saldırısı’nı Ergenekon Örgütü’nün yaptığını kabul ederek örgüt yöneticiliği ve azmettiricilikten Veli Küçük'e ve Muzaffer
Tekin’e (iki kez ağırlaştırılmış müebbet ve 117'şer yıl) ceza verdi.
Yeri geldi: ¨Kahrolası Federaller!¨
Ceterum censeo Carthaginem esse delendam...
Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder