Bugün 18 Mayıs, Türkan Saylan'ın Ölüm Yıldönümü
Siz
hiç cüzzam (Lepra) hastalığından dolayı burnu düşmüş (tabir böyle) bir insan
gördünüz mü?
Resimlerin en etkisizlerini seçtim |
Ben
gördüm. Küçücük bir çocuktum. Beylerbeyi vapur iskelesinin çımacısı Mustafa’nın
lakabı, ¨burunsuz¨ idi. O hastalık nedeniyle burnu düşmüş, o dönemde yeni yeni
başlayan tedavilerle iyileşmiş ama suratının ortasında çok çirkin bir çukur
taşıyan, çok iyi bir adamcağızdı. Büyüklerimiz anlatırdı çok iyi bir adam
olduğunu. Biz çocuklarsa, yanına pek yaklaşmamayı tercih ederdik.
Cüzzam
hastaları, binyıllarca tüm dünyada lanetli olarak tanındılar. Toplumdan mutlaka
dışlanırlar, tercihan onlara ayrılmış bir adada tecrit edilirlerdi. Bu arada fırsattan istifade hemen mallarına da el konurdu. Bilinen bir tedavisi olmayan bu hastalık ölüme
kadar giderdi.
İşte burun gitmiş
|
Türkiye,
coğrafyası itibarıyla bu hastalığın en yoğun görüldüğü bölgelerin arasında yer
alıyordu. Tıbbın ana branşlarında bile çok az doktorun olduğu bu ülkede, cüzzam
tedavisine sıra gelmesi neredeyse imkansızdı. Bu hastalar genellikle toplumun
fakir kesimlerinden geldikleri için, bu konuda hekimlikten para kazanmak da çok
zordu.
Cüzzama
ilişkin bu kadar bilgi yeter.
Sıra Türkan Saylan’a geldi (Vikipedi’den)
13
Aralık 1935 günü İstanbul'da doğdu. Cumhuriyet
döneminin ilk müteahhitlerinden Fasih Galip Bey ile (evlendikten sonra Leyla adını alan) İsviçreli Lili Mina Raiman çiftinin beş
çocuğunun en büyüğüdür.
1944-1946
yıllarında Kandilli İlkokulu ve 1946–1953 yıllarında Kandilli Kız Lisesi’nde
okudu. 1963’te İstanbul Tıp Fakültesi'ni bitirdi. 1964-1968 yılları
arasında SSK Nişantaşı Hastanesi’nden Deri ve Zührevi Hastalıklar Uzmanlığını
aldı.
1968
yılında İstanbul Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’nda Başasistanlığa
başladı. 1971’de İngiliz Kültür Heyeti’nin bursuyla İngiltere'de ileri eğitim gördü, 1974'de Fransa’da ve 1976’da İngiltere’de
kısa süreli çalışmalar yaptı, 1972’de doçent, 1977’de profesör oldu. 1982–1987
yılları arasında İstanbul Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı
Başkanlığı’nı, 1981–2001 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Lepra Araştırma ve
Uygulama Merkezi Müdürlüğü’nü yürüttü. 1990’da oluşturulan “İÜ Kadın Sorunları
Araştırma ve Uygulama Merkezi”nin kuruluşunda görev aldı ve 1996’ya kadar müdür
yardımcılığı ile Kadın Sağlığı derslerinin koordinatörlüğünü yaptı. Dermatoloji Kliniği öğretim üyesi olarak 2002
yılı sonuna kadar çalıştı ve 13 Aralık 2002'de emekli oldu.
1976
yılında lepra (cüzzam) çalışmalarına başladı, Cüzzamla Savaş Derneği ve Vakfı’nı kurdu. 1986’da
kendisine Hindistan’da “Uluslararası Gandhi Ödülü”
verildi. 2006 yılına kadar Dünya Sağlık Örgütü’nün lepra konusunda danışmanlığını
yapmıştır. Uluslararası Lepra Birliği’nin (ILU) kurucu üyesi ve başkan yardımcısıdır. Avrupa
Dermato Veneroloji Akademisi’nin ve Uluslararası Lepra Derneği’nin üyesidir.
Dermatopatoloji Laboratuvarının, Behçet Hastalığı ve Cinsel İlişkiyle Bulaşan
Hastalıklar Polikliniklerinin kurulmasında yer aldı. 1981-2002 yılları arasında
21 yıl gönüllü olarak Sağlık Bakanlığı Lepra Hastanesi'nin Başhekimliği’ni yaptı.
1957'de
evlendi ve bu evlilikten iki oğlu oldu. Biri grafiker diğeri hekim iki oğlundan
iki torunu vardır.
Saylan, oğullarıyla |
Uzun süre meme kanseri ile savaşan Saylan, bu hastalıktan kurtulduktan bir süre sonra bu sefer karaciğer kanserine yakalandı ve 18 Mayıs 2009 tarihinde saat 04.45'te vefat etti.
Vefat ettiğinde gönüllü kuruluş olarak ÇYDD’nin Genel Başkanlığını, TÜRKÇAĞ ve
KANKEV Vakfı Başkanlığı ile Cüzzamla Savaş Derneği ve Vakfı Başkanlığı’nı
sürdürmekteydi.
1989
yılında, "Atatürk ilke ve devrimlerini korumak, geliştirmek, çağdaş eğitim
yoluyla çağdaş insan ve çağdaş topluma ulaşmak" amacı ile
oluşturulan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin (ÇYDD) kurucularındandır ve uzun
bir süre Genel Başkanlığını yürütmüştür. Bunun yanı sıra, 14 Nisan 2007
Ankara-Tandoğan ve 29 Nisan 2007 İstanbul-Çağlayan Cumhuriyet Mitinglerinin organizasyonunda ve
icrasında bulunmuştur.
Çağdaş
Yaşamı Destekleme Derneği'nin dışında farklı sivil toplum kuruluşlarında da
çeşitli görevlerde bulunmuş, örneğin 1990’da oluşan “Öğretim Üyeleri Derneği”ni
kurmuş ve ilk dönem II. Başkanlığını yapmıştır. Ayrıca 1995’te, mezun olduğu
lise için oluşturulan Kandilli Kız Lisesi Kültür ve Eğitim Vakfı (KANKEV)nın ve
yine 1995’te kurulan 'Türkiye Çağdaş Yaşamı Destekleme Vakfı' (TÜRKÇAĞ)’nın
kurucusu ve başkanıydı.
Bazı detaylar
Buraya
kadar yazmadığım bazı ufak tefek detaylar var. Yukarıda ¨1976’da¨ yani kırk bir
yaşında ¨Lepra çalışmalarına başladı¨ deniyor. Sanılabilir ki, bu hekim
odasında masasının başına geçti ve çalışmalarına başladı. Hayır, öyle olmadı.
Haber
aldığı her vaka için, arabayla gidebildiği yerlere arabayla, jiple gidebildiği
yerlere jiple, atla gidebildiği her yere atla, eşekle gidebildiği her yere
eşekle gitti.
Rahatça
denebilir ki, Anadolu’da gitmediği yer kalmadı. Hastaları tek tek tesbit etti.
Getirebildiklerini kendi kurmuş olduğu hastaneye getirdi. Getiremediklerinin,
bulundukları yerlerde tedavi edilmeleri için gerekli tedbirleri aldı. Toplumdan
tecrit edilmiş, kimsenin yanlarına yaklaşmadığı, bu nedenle de adeta yaşayan
ölüler haline gelmiş insanları, çevrelerindeki korkuyu alt edebilmek amacıyla öpe
okşaya yeniden topluma ve hayata kazandırdı. Hastalığın kökünü kuruttu. Bugün
tüm ülkede, hepsi kayıtlı ve tedavi edilmiş olmak üzere sadece 2 500 hasta
kalmış durumda.
Bazı ek bilgiler (Yılmaz Özdil’den)
¨Ömrünü kız
çocuklarının eğitim almasına adayan yürekli kadınımız Profesör Türkan Saylan,
36 bin kız çocuğunun hayatına dokundu, okumalarını, meslek sahibi olmalarını
sağladı. Gözlerini yumduğunda 29 bin üniversite öğrencisine burs veriyordu. 28
kız yurdu yaptırdı. 56 okul yaptırdı.
.
Cenaze miting gibiydi |
.
(Cenazesinde)
Miting gibi tören yapıldı. Sadece AKP hükümeti katılmadı. Kızlarımızın
eğitimine ömrünü veren ‘kadın’ın cenazesine ‘kadın milli eğitim bakanı’ bile
katılmadı. İstanbul valisi Muammer Güler'di, o da katılmadı. Çiçek bile
göndermediler. Başsağlığı bile yayınlamadılar. Toprağa verildiği gün, yandaş
medyanın gazeteleri ‘lezbiyen, terörist, fahişe, dinsiz, Ergenekoncu,
misyoner,
Amerikan ajanı, komünist’ diye yazdı. Zincirlikuyu'da defnedildi, kabristandaki
belediye işçisi Halil Düldül hergün mezarını sulayıp, hergün başucunda dua
ediyordu, çünkü, kızı üniversitede okuyordu, Türkan Saylan'ın bursu sayesinde
okuyordu.
O narin güzel kadının zihnimize kazınan son hatırası... Ruhumuza açılan çiçekli penceresinden gülümseyerek el sallamasıydı.
Sloganı buydu |
O narin güzel kadının zihnimize kazınan son hatırası... Ruhumuza açılan çiçekli penceresinden gülümseyerek el sallamasıydı.
Sıra bende
Şimdi
de buraya kadar bir türlü yazamadığım, her niyetlenişimde önce çok kişiye
saygılarımı (!) sunmamı gerektiren bir noktaya geldik.
Bu
mucize kadının evi, ölümünden sadece 35 (yazıyla otuz beş) gün önce, 13 Nisan
2009’da Ergenekon şüphelisi olduğu gerekçesiyle sabahın köründe polisler
tarafından basıldı. Kemoterapi görüyor olması nedeniyle dinlenmesi ve steril
koşullarda yaşaması zorunlu olan Saylan kaldırılarak, ufacık evinde yedi saati
aşan polis araması yapıldı. Ev darmadağın edildi. Aynı saatlerde başkanlık
ettiği ÇYDD'nin çeşitli merkezlerinde de aramalar yapıldı, bazı ÇYDD
yöneticileri göz altına alındı, birçok bilgisayar ve belgeye el konuldu.
(Ufak
bir not: Baskın haber alındığında, başta Arnavutköylü komşuları olmak üzere o
kadar çok kişi evinin önüne toplandı ki, kendisi yine o hayran olunası
sorumluluk duygusuyla çiçekli penceresine çıkarak, hastalıktan kurumuş
elleriyle mola işareti ve sessiz, sakin olun işareti yaptı. Yine de evde arama
yapan polisler, giderken bayağı zorlandılar. Özellikle kadınlardan yakalarına
yapışanlar oldu.)
Hükümetin,
Gülen cemaatinin, diğer dincilerin bu gelişme
karşısında orgazma yakın bir heyecan duyduklarından eminim. Bu beni hiç
ilgilendirmiyor. Benim ve benim gibi düşünenlerin sırası da gelecektir. Benim
derdim başka.
Tahmin
ettiğiniz gibi benim derdim, başta Türkan Saylan olmak üzere ona ve onun kadın
yoldaşlarına ¨laikçi teyzeler¨ diye hitap eden ¨yetmez ama evet¨çilerle, ¨sol
liberaller¨le, ¨özgürlükçü demokratlar¨la ve her ne iseler onlarla.
Araya önemli bir katkı
Biraz
karışıklık olabilir, ama vurgulamadan geçmek istemediğim tarihsel bir olgu daha
var: Bu aşağılanan ¨laikçi teyzeler¨ var ya, onları biz bir yerde daha gördük.
Gezi direnişi sırasında sanırım İstanbul valisi, annelere çağrıda bulunarak,
¨gelin, çocuklarınızı evlerinize götürün¨ demişti. İşte o çağrı üzerine,
akşamın ilerleyen saatlerinde Taksim’e gelerek, Gezi merdivenlerinin önünde
elele tutuşarak zincir oluşturan elleri öpülesi o kadınlar, ¨laikçi teyzeler¨den
başka birileri değildi.
İşin
komik (yok canım, hicranlı tarafı) tanınmış YAE’cilerden sadece birinin, Ahmet
İnsel’in, o merdivenlerin yakınına kadar gelebilmiş olmasıydı. Diğerleri
Gezi’yi ancak fotoğraflarda ve TV’de görebildiler.
Konuya dönelim
Bu
zavallıların ezici bir çoğunluğu da, dincilerle aynı orgazmı yaşadılar. Çünkü
Taraf dışında bir gazete okumadıklarından, o mübarek kadının 14 Nisan Tandoğan
ve 29 Nisan 2007 Çağlayan Cumhuriyet mitinglerinde ¨Ne şeriat, ne darbe¨ diye
bağırdığını bilmiyorlardı. Ben Çağlayan’daydım, şahidim.
Ama
o şeysizlerin (arkadaş, yine bulamadım, neysizdi bunlar?) o mitinglerde
görebildikleri tek şey, tabii yine ¨solcu, demokrat¨ Taraf gazetesinin
katkılarıyla, Türk Solu adını taşıyan ne idüğü belirsiz üç-beş kişilik grubun
taşıdığı ve sonra katılanlarca engellenen ¨Ordu göreve¨ pankartıydı.
Çok
zaman sonra Yrb.Ali Tatar’la Türkan Saylan’ı suçlamakta kullanılan CD’lerin
sahte olduğu ortaya çıktı. Bazı şeysizler (buraya bir şey bulmak lazım artık),
yine asker olduğu için Ali Tatar’ı görmezden gelerek, ¨canım, o Türkan Saylan’a
yapılanlar, benim de biraz midemi bulandırmıştı¨ filan dediler.
Yahu,
yapılanlar 2009 Nisan’ında yapıldı, hadi o zaman mideniz bulandı. Bugüne kadar
niye çıkartamadınız? Haydi şimdi itiraf edin, Saylan’a edilen küfürler bu yana,
aklınıza yatan bir olgu daha vardı. Bunun kaynağını genç yaşta okumuş, belki de
yararlanmıştınız (hııııı!). Çağlayan Yayınları’ndan çıkmış, küçük boyutlu bir
kitap: ¨İnsan Harası¨.
Akla yatan ahlaksızlık
Canım,
tabii yatılı okulda ben de okudum. O kitapta Nazilerin, cephede kahramanlık
göstermiş genç ve ari ırk özelliklerini taşıyan subaylarla, Nazi Almanyası’nın
önde gelen ari ailelerinin kızları, bu iş için özel olarak seçilmiş evlerde bir
araya geliyorlardı. Amaçlanan üstün bir ırk yaratmaktı.
Ergenekon
davasında bu senaryo aynen Türkan Saylan için öne sürüldü. Vallahi
sürüldü, billahi sürüldü. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin, tahsiline yardımcı olduğu genç
kızlar, bulundukları illerde genç subaylarla tanıştırılacaklar, düzenlenen
balolar vb. yollarla ilişkiye geçmeleri sağlanacak filan. Herhalde o şeyler de
bu kitabı (belki dinci olmadan önce) okumuşlardı. Onlar bu fikirden
yararlanarak senaryolarını yazdılar, ama işin acıklı tarafı, sizin de aklınıza
yattı. Neden? Çünkü bu Kemalistler ve Laikçi Teyzeler, size göre peze....lik
dahil her şeyi yapabilecek yaratıklardı.
Gördünüz
mü, gayet düzgün, hatta neredeyse bilimsel olarak nitelenebilecek bir yazı ne
hale geldi? Söyleyin, suçlu olan ben miyim, yoksa ilham verenler mi?
Yazıyı bitirmeden birkaç ibret fotoğrafı vermek istiyorum.
Son günlerinde |
Vakit gazetesinin yorumu |
Muhterem böyle konuşmuştu |
Hatırlıyor musunuz nasıl öldüğünü? |
Son söz
Ülkemde
benzeri az görülen bu çalışkan, yaratıcı, fedakar, dirençli, olağanüstü
kadının anısı önünde hürmetle eğiliyor ve ömrümün sonuna kadar ona saygısızlık
yapmış herkesten, onun manevi şahsiyetinden özür dileyinceye kadar hesap
sormaya devam edeceğimi ilan ediyorum.
Vahsi ve agzi salyali YAEvetcilerin kanli , igrenc kalemleriyle o guzelim ulkemize ve insanlarimiza yaptigi bu zulumleri hicbir zaman unutmayacagiz...Vede unutturmayacagiz..
YanıtlaSilBu kadar guzel ve duygulu bir yazi icin Ahmet Ziya Baymanida kutluyorum.
Keşke bu yazıyı milyonlara okutabilmek... En önemlisi de her fırsatta Mezopotamya grubunun YAE organizasyonunu hatırlatması, bence bunlar en az Pensilvanya kadar iyi çalıştı... Üst akıl demek aynı zamanda iyi senarist, iyi yönetmen, iyi görüntü yönetmeni, iyi cast demek... Bu olguyu komplo teorisi diyerek gözlerden kaçırmaya çalışan görevli tayfanın karanlığının ucundaki Ziya'lara selam olsun...
YanıtlaSilTürkan hocanın hayatını örnek alın, o zaman çağdaşlık, akılcılık, ileri görüşlülük, çalışkanlık yatdımseverlik, özveri, özetle Atatürk'çülük ne demek anlarsınız...
Mekanı cennet, ruhu şad olsun
ziya'cığım- çok duygusal bir yazı olmuş. ben vakit grubunu veya feto'culara birşey demem; onlar misyonlarını yapıyorlar.ama şu YAEçilerin allah belâlarını versin.
YanıtlaSileline sağlık bu arada-içeriklerin hep güzeldi- akıcılığı da bu kez çok güzel olmuş