26 Mayıs 2016 Perşembe

Kurban olduğum seni de mi verdi?


Favorilerimden Levent Gültekin

Son dönemde tanınan yazar-çizer takımı arasında en sevdiklerimden biri, Levent Gültekin. Eski bir militan Müslüman olarak, bence çok yararlı çalışmalar sürdürüyor. O çevreden gelen ve o çevreyi çok iyi tanıyan biri olarak, hem eski yol arkadaşlarını daha kolay eleştirebiliyor, ona göre sapmış oldukları noktaları gösterebiliyor. Demokratlara, solculara da dincilerle tartışmalarında kullanabilecekleri ipuçları, argümanlar sunabiliyor.

İşin güzel tarafı, bütün bu çabayı amatörce bir ruhla yapıyor olması. Dolayısıyla bana göre son dönemdeki en yararlı, en olumlu faktörlerden biri, Gültekin. Yazılarını, seyrek de olsa TV’deki konuşmalarını yakından takip ediyorum.

Ne oldu sana Levent?


Heyhat! Çoğu şöhretin başına gelen onunda başına geldi. Güzel güzel kendi alanında etki yaratmakta, büyük ilgi ve destek görmekte olmasından hareketle, aniden “ben galiba oldum, artık başka alanlarda da fikirlerimi açıklayabilirim” dedi ve şu şanssızlığa bakın ki, konu olarak tutup “yetmez ama evet’i seçti. Hem de YAEciler’i savunmak ve onları eleştirenleri kınamak için. 

Boşuna demiyorum ben, “kurban olduğum verdikçe veriyor” diye.

Bloğu hayata geçirdiğim günden bu yana altmışın üzerinde yazı yazdım. İtiraf ediyorum, bunların büyük bir kısmı “yetmez ama evet”çiler üzerineydi. Çoğu kişinin, hele “yetmez ama evet” taraftarlarının “artık yeter” dediklerinin farkındayım. Bunların bazıları zaten yazarak da bu  görüşlerini bana ilettiler. (Açık söylemek gerekirse, bana göre yeterince saygılı olmayanlar da vardı).

Aslında benim tavrımın çok basit bir açıklaması var: Yok, bazılarınızın düşündüğünden emin olduğum, mental ya da ruhsal bir takıntı değil bu.

Takıntım değil, gerçekten önemli hata


Bence “yetmez ama evet”, son yirmi-otuz yılın en büyük siyasi hatalarından biri, son on yılın ise tartışmasız en büyük hatasıdır. Şimdi bazı şebelek sazanların atlamasını engellemek için şiddetle vurgulamak gerekiyor: (Yazar, sözünü ettiği “hata” kavramını, CHP, MHP, HDP ve benzeri siyasi partiler ve onların üyeleri için değil, kendini sosyalist, komünist vb. olarak tanımlayanları hedef alarak kullanmaktadır.)

Kabul ediyorum, bu büyük bir iddia ve etkili bir şekilde savunulması gerekiyor. Militan YAE’cilerin, bu iddiayı doğru bulsalar bile, bunu açık edeceklerini ve hatalı olduklarını kabul edeceklerini hiç zannetmiyorum. Son yıllarda yaşadığım pratik, beni böylesi hayallere kapılmaktan koruyor. Öyle ki, herhangi bir dini inanca sahip olsam, onları Tanrı’ya havale etmekten başka bir şey gelmezdi elimden.

Zarar tehlikesi başka yerde


Benim derdim, bu hatalı görüşü savunmuş ve hala hiç bir tereddüt göstermeksizin sağda solda yazmakta olanlardan gençleri koruyabilmek. Tahmin edeceğiniz gibi bu iş çok zor. Bu efendilerin (aralarında hanımefendiler de var tabii) çoğu, zamanında haklı ya da haksız edinmiş oldukları şöhreti kullanarak, köşe kadılığı görevlerini sürdürüyorlar. Onlara şöhretlerinden dolayı haklı ya da haksız saygı duyup, köşelerini okuyanlar, özellikle Facebook ve Twitter aracılığıyla bu yazıları yaygınlaştırıyorlar. 

Bunu yapanların çoğu ise, ununu elemiş, eleğini asmış, sütre gerisine çekilip oradan ara sıra kuru sıkı atış yapan emekli solcu anneanneler, babaanneler 

Gezide bizi koruyan ¨laikçi teyzeler¨

ve dedeler. (Normal olarak böyle bir ifadeyi kullanmazdım, ama özellikle bu tür kişiler tarafından bizim mücadeleci analarımız için “laikçi teyzeler” ifadesi o kadar çok kullanıldı ki, bazen ben de kendimi tutamıyorum.)

Bunların zararı şurada: Bunların Facebook’ta paylaştıklarını, Twitter’de retweet ettiklerini ya da çok az miktarda da olsa (ne olur, ne olmaz) kendi yazdıklarını okuyan gençler, etkileniyorlar tabii. “Ne güzel, küskünlükler bitsin, eski düşmanlıklar ortadan kalksın,  insanlar el ele tutuşsun, hayat bayram olsun”. Bunu kim istemez ki? Ben de isterim tabii.

Hayale bak şimdi


Ama bunun bir de gerçek hayattaki karşılığı var.

Bu hayal değil


Mesela barışmışız. Eski küskünlüklerden eser kalmamış. Hatalar ya unutulmuş ya da üzerleri kalın örtülerle örtülmüş. Kah el ele kırlarda koşturuyor, kah kentlerin sokaklarında sloganlar atıyor, gaz fişeklerine karşı mücadele ediyoruz.

Birden ortaya birileri

Vallahi Kıble 6.Filoydu

çıkıyor, birkaç kişi değil, oldukça kalabalık bir grup. (Bilalciğim, bak burası çok önemli). Bir kez daha vurgulayalım: Kalabalık bir grup. (Levent kardeşim, bu ayrıntıya sen de dikkat et. Sen de tek başına değil de, kalabalık ve eskiden tanıdığımız bir grupla gelmiş olsaydın, durum sıkıntılı olabilirdi.)

 Bu gruptakilerin çoğunu hepiniz tanıyorsunuz. Aralarında, sizinle ve ağabeylerinizle, ablalarınızla üniversite koridorlarında, bahçelerinde, öğrenci derneklerinde dövüşmüş olanlar var. Hemen hepsi, senin (bu sen,Bilal değil, sensin ey okur)

Bunu yaşınız tutuyor olabilir

görüşündekilere şehrin en büyük meydanında saldırıp iki yoldaşını bıçaklayarak öldürmüş bir geleneğin temsilcileri. Tanımlamak için yetersiz mi kaldı bu ifade,

Kanlı Pazar polis seyrediyor

devam edelim, senin protesto etmek için o meydana çıktığın düşman filosunu rıhtımda kıble tayin edip toplu namaz kılmış bir geleneğin temsilcileri. Farklı şehirlerinde uydurma  bahanelerle masum halka saldırıp, komşularını baltayla parçalamış bir geleneğin temsilcileri. Yine uydurma bir bahane nedeniyle saldırıya uğrayınca canlarını kurtarabilmek için bir otele sığınmış aydınlarını, ozanlarını, “yakın, Allah için yakın” naralarıyla yakmış bir geleneğin temsilcileri.

Temsilcileri değil, kendileri


Ne temsilcisi be, bizzat kendileri, kendileri. O yangının suçlularını savunan avukatlar, daha sonra AKP milletvekilleri oldular, haberiniz var mı? (Ben, Bilal’i üzmemek için her şeyi açık söylemiyorum, son günlerde zaten durup durup ağlamaya başlıyormuş, onun için ortalığa çıkartmıyorlarmış, ben de Fuat Avni’nin yalancısıyım).

Bu gelen gruptakiler birdenbire topluca gömleklerini çıkartıyorlar, “biz çok değiştik, artık birer demokratız” filan diye bağırmaya başlıyorlar. Senin saflarında bir dalgalanma oluyor.

Sürpriiiz, gömlek değişti


Şimdi geriye dönük bir tespit gerekiyor. Bu yukarıdaki soyunma tabii benim dediğim gibi birdenbire olmuyor aslında. Onun uzun bir hazırlık evresi var. Fazla örneğe gerek yok, farklı alanlardan iki tane yeterli.

Azgın demokrat (!)


Bu gömlek çıkaran gruba yakın, temiz dilli, kocaman elli bir köşe yazarı ve onun bazı arkadaşları, senin ileride akil bir adam olacağı o zamandan belli bir yazarına ve onun arkadaşlarına gelip gidiyor. Ve ortaklaşa oluşturacakları demokrasi üzerine sohbetler yapıyorlar.  Bu hazırlıkların birincisi.

Bir de uluslararası bir tefecinin

Tanı bunu, tanı da büyü

kurmuş olduğu teşkilat var. Bu teşkilat, çeşitli ülkelerdeki çeşitli gruplara maddi destekler veriyor ve mor, fuşya, saman sarısı, afiş ve broşür mavisi (bu renk de nereden çıktı, haa YAE’cilerin yüz binlerce afiş ve broşüründen aklımda kalmış) vb. hareketler yaratıyor. E tabii, senin ülkene de geliyor ve potansiyel akıllılarla temasa geçiyor. Karşılığında hiçbir şey istemeden veriyor da veriyor.

Üzerime alınıyorum!


Sevgili Levent Kardeşim, bu yazıyı yazmaya sen ve senin gibi düşünenler için giriştim. İşin altını üstünü, evvelini ahirini tam olarak bilmeden kendine senin gibi bu tür görevler vehmetmek son derece risklidir. Şimdi bizim bu gömlekli tayfaya bakışımız hakkında biraz bilgilendin sanırım. Daha spesifik olarak senin yazıya gelelim.

Baştan söylemem ve seni uyarmam gereken bir durum var gibi: Son zamanlarda ya YAE’ci tayfayla çok beraber oldun ya lider bir YAE’cinin sarmasına (!) gelmiş durumdasın. (Ayrıca bu kişi ya da kişilerin seni “bizim Ziya seni okur, bu yazdıklarını üzerine alınır, yazık olur” diye uyarmadıklarını düşünüyorum. Benim seni uyarmaya çalışmamın nedeni de bu; onlar öyledir, insanı korumazlar, öylesine ortaya atıverirler.)

Nitekim üzerime alındım da. Yazından parça parça ufak alıntılar yapıyorum: “….demenin demokratlıkla bağdaşmayacağını düşünüyorum”; “…Ne kadar haksızca bir saldırı. Ne kadar demokratik kültürden uzak bir yaklaşım”; “…Önyargılarla hareket etmek, ideolojik set kurmak ve niyet okumak demokrat, hakkaniyetli, aklı başında insanların yapacağı şeyler değildir”.

Hepsini buraya almak istemiyorum. Dileyen Levent’in yazısını diken.com.tr’den okuyabilir. Yazının tamamı aynı minvalde gidiyor, ama bana özellikle dokunan bir, iki alıntı daha yapayım: “Niyet okumak, okuduğu o niyete göre bir tavır belirlemek, değişen , demokrat olmaya çalışan bir partiye karşı durmak demokratlığa, aydınlığa yakışır mı”; “…Çünkü ’Yetmez ama evet’çilere hakaret edenler aslında şunu demiş oluyor: ‘Ben kör bir ideolojik fanatizm içindeyim. Önyargılarla hareket ederim. Benim için esas olan birinin bugünkü söz ve davranışı değil, geçmişte nerede durduğudur.’ Bu da ne yazık ki hakkaniyetten uzak, çok sığ bir yaklaşımdır.”

Yazının son paragrafı üzerine ise bir şeyler söylemek, beni fazla yıpratır. Kalsın.

Şimdi sondan başa doğru alıntılar hakkında kısa kısa bir şeyler yazmak gerekiyor. Öncelikle önemli bir ifade hakkında bir adres vermem şart. YAE’cilerin hep kullandığı, Levent’e de bulaştırdıkları şu meşhur “niyet okuma” meselesi. Bloğumda bu ifade üzerine yazılmış bir yazı var, mufassal bir açıklama isteyen onu okuyabilir (14.4.2015 tarihli ¨Niyete filan bakma, önce doğru anla¨ başlıklı yazıda ¨Niyet okuma¨ bölümü). Levent Kardeşim, sen de oku.

Son yaptığım alıntı beni dehşete düşürdü. Kusura bakma Leventçiğim, burada ağzımı tutamam. Bir defa YAE’cilere hemen hiç hakaret edilmedi, en azından ben etmedim, gerek yoktu, bizim töremizde düşküne vurulmaz. (Bu senin provokasyonun). GenellikleYAE’ciler için kullanılan tabir, “kullanışlı aptallar” idi, bu da hakaret değil, uluslararası sol terminolojiden alınma bir ifadedir ve aslında kişilerin kendilerini değil, oynadıkları rolü belirtmek için kullanılır.

Velev ki hakaret edilmiş olsun, senin “hakaret eden” kişinin ağzından yazdıklarına ne demeli? Hele sonra o var olduğu şüpheli kişiye yönelik yargın ne demek oluyor?

Haa, nasıl hakaret edildiğine ilişkin örnekler görmek istersen sana adresler verebilirim. İstersen birkaç YAE’ci hakareti örneği vereyim: “darbeci”, “postal yalayıcı”, “astsubay meraklısı”, hadi eksik kalmasın “sol faşist”. Bunlar birkaçı, diğerlerini de öğrenmek istersen, onlara sor.


Ceterum censeo Carthaginem esse delendam... 

Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder