Niyete filan bakma, önce doğru anla (1)
Bu yazıda, yanlış söylenen kelimelerden, yanlış algılanmış
deyimlerden değil, yanlış algılanmış ve neredeyse tarihe malolmuş bazı tavır ve
ifadelerden bahsetmek istiyorum. Yıllar önce söylendiğinde yanlış anlaşılmış
olmalarına rağmen, bugün bile o yanlış anlamlarıyla sahiplerine vurmakta
kullanılan örnek ve ünlü ifadeler bunlar.
Siyasetçiler tarafından kullanılan ifadeler, özellikle o
alanla ilgilenen kişilerce doğru anlaşılmalı, önü, arkası doğru analiz
edilmeli. Bizim insanımız, özellikle de aydınlarımız, hemen kolaycılığa kaçar,
söyleyene bakarak sevdiği siyasetçinin söylediği yanlış ifadenin yanlışlığını
görmezden gelir, hatta bazen o ifadeyi hiç söylenmemiş kabul eder. Sevmediği
siyasetçinin söylediği doğru ifadeyi de yanlış kabul eder, hatta o siyasetçiyi
ileride de yerden yere vurabilmek için bu doğru ifadeyi kesinlikle yanlışmış
gibi yaftalamayı sürdürür.
Demokrasi Tramvayı
Bu iki tavrı biraz daha açalım ve bir örnek verelim. AKP
iktidarının ilk dönemlerinde, hatta yanlış hatırlamıyorsam henüz belediye
başkanı iken RTE, “demokrasi bizim için hedefimize vardığımızda ineceğimiz bir
tramvaydır” mealinde bir laf etmişti. Niyetini çok net ve açıkça ifade eden bu
sözler, daha sonraki bir dolu eylemiyle de tam bir tutarlılık gösteriyor
olmasına rağmen, aydınlarımızın büyük bir kesimi tarafından duyulmazdan
gelindi. Ben, birçok kişiden, “tamam, belki başta öyle dediler ama paranın
tadını aldılar, artık tek istekleri siyasi ve ticari alanda etkin olmak” herzelerini
defalarca dinledim. Bu türden birkaç ifadeyi daha hatırlatmakta yarar var: “Yok
canııım, bunu da yapacak değiller ya”, “yok canııım, adamlar şimdi neler
yapıyorlar (AB palavrası), kalkıp da sonra o dediklerinizi hayatta yapmazlar,
çelişir yahu”. Reddetmek, inkar etmek ya da görmezden gelmenin bir de
aydınlarımız tarafından onlar adına ifade edilen mazareti vardı: “Adamlar bu
kadar sene körolası Kemalist devlet ve de askeri vesayet tarafından ezilmişler,
bunu telafi etmeye, eşit vatandaşlar haline gelmeye çalışıyorlar. Şimdi artık
keyifleri yerine geldi, tramvaydan niye insinler ki?”. Bu ifadeler benim
hayalimden uydurduğum şeyler değil. Kimlerden ne zaman duyduğumu net hatırlıyorum.
Bu örnekte, yerden yere vurulan “niyet okuma” eylemine gerek
yok. Adamlar niyetlerini zaten açıkça ifade ediyorlar. Yapılması gereken, bu ifadeyle
eylemleri arasındaki ilişkiyi doğru tespit etmek. Bir yol söyleyeyim: Avrupa
Birliği müktesebatından o dönemde hızla alınan parçalar, özellikle ileride
kimin işine yarayacağı hedeflenerek alındı? Ya da AB müktesebatından birebir çeviriyle alınan (mesela, İhale Yasası) iktidarlarının ilk anlarından itibaren kimin yararına, kaç defa değiştirildi? Zor sorular değil mi?
Niyet Okuma
Şimdi “niyet okuma” kısmı. Burada baştan belirtilmesi
gereken şu, eğer siyaset alanında birine “niyet okuma” şeklinde bir suçlama
yöneltiyorsanız, “niyeti okunan” kişinin önüne siper oluyorsunuz demektir.
İleri demokrasi bu kadar sevilen, istenen bir sistemse eğer, bırakın birileri
isterlerse “niyet okusunlar”, hatalı iseler, illaki ortaya çıkacaktır. Size ne?
Zaten siyaset bir anlamda da niyet okuma sanatıdır. Karşındakinin niyetini okuyamazsan, anlayamazsan, sonuç senin için çok kötü olabilir.
Şimdi aynı örnekten devam edelim. Adamlar, 70’lerden bu yana
ufak kesintilerle gelen bir siyasi görüşün temsilcisi. “Biz artık o görüşten
değiliz, gömleğimizi çıkarttık” demeseler, hiç bir resmi görevi ve sıfatı
olmadan ABD Başkanı tarafından Beyaz Saray’da ağırlanmazlardı. Hadi, zavallı
Başkan uzakta, ayrıca ABD’liler tümüyle hakim oldukları İran’da bile devrimin
gelişini göremediler. Sen buradasın aydın kardeşim. Üstlerinde kamuflaj gömleği
bile olsa, gözünün önündeki kadrolaşmaları, tasfiyeleri, ihale tezgâhlarını hiç
mi görmedin? İlk günden beri vardı, sonradan olmadı bunlar.
Adam kürsüye çıkıp diyor ki: “Hedefimiz, Gazi Mustafa
Kemal’in dediği gibi muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak, ileri demokrasiyi
bütün kurumlarıyla oluşturmak”. Bu ifade hemen doğru kabul ediliyor. Bir
arkadaşıma bunları neden desteklediklerini sormuştum. Cevabı hâlâ kanımı
donduruyor: “Ben çocuğumun ileri demokraside yaşamasını istiyorum.”
Daha önceki yazılarımda da belirttim, işin en acıklı tarafı
bu aydın kesimini ne zaman uyarmaya kalksak, binbir hakaretle aşağılandık.
“Darbeci” olduk, “postal yalayıcı” olduk, “ulusalcı (?)” olduk. Şimdi aklıma
Lazın mezartaşındaki yazı geldi: “Ölüyrum, ölüyrum dedum, inanmadiniz, ne oldi
şimdi?”
Buraya kadar yazdıklarım tabii kesinlikle tüm aydınlara yönelik değil. Somut örneklere geçtiğim zaman, bu tavır ve ifadeler
hakkında neler düşünmüş olduğunuzu kendinize sorup, yazıda hedef alınanlara
dahil olup olmadığınızı sınayabilirsiniz. Bu yazıdan maksadım, şimdiye kadar
hatalı algılamış olduğunu kendisine itiraf edecek en az bir kişiyi doğru
algılama yoluna kazanabilmek, naçizane hedefim bununla sınırlı.
Tabii, ben de yanılıyor ve ifadelere hatalı bakıyor olabilirim. Ama iddialıyım. En azından ani kabuller yerine analiz etme gerekliliği konusunda tartışmasız haklıyım.
Örneklere geçmeden önce açıklığa kavuşturmam gereken bir
husus var. Bunları özellikle sevgili aydınlarımızın sevmediği insanlardan
seçtim. Zamanında bazıları beni çok çeşitli şeylerle suçlamış olabilirler, ama bu
seçtiğim insanların taraftarı olmakla ya da onları aklamaya çalışıyor olmakla
suçlamaya cesaret edebilecek bir kişi çıkarsa, kutsal bildiğim her şey üzerine
yemin ederim, pişman olur. Hodri meydan.
İlker Başbuğ
Arkasına TC Ordusu’nun tüm generallerini dizerek bir basın
toplantısı düzenlemişti. Çok etkili olacağını zannediyordu. Herkes tırsacak,
kendine gelecekti. Bunun ne kadar saçma bir öngörü olduğu kısa sürede ortaya
çıktı. Ama o toplantıda söylediği bir söz vardı ki, aslında çok doğruydu.
Tamamen hukuka uygundu. Hatırlayacaksınız, elinde bir kağıt salladı ve “bu bir
kağıt parçasıdır” dedi. Üzerinde ıslak imza olmayan bir fotokopi, hukuka göre
gerçekten de öyledir. Hiç bir geçerliliği yoktur. Nitekim ıslak imzalı olduğu iddia edilen kağıt daha sonra
servis edildi (o da sahte çıktı, ama olsun).
Aynı durum, LAW silahı için geçerliydi. Kontrgerilla
tarafından gazete kâğıtlarına ve çöp torbalarına sarılmış olarak yarım metre
derinliğe gömülmüş ve krokileri ortalık yerlerde bırakılmış silahlar arasında,
ürkütücü etki yaratmak amacıyla konmuş belli sayıda LAW silahı da vardı. O
dönemdeki TV görüntülerini hatırlayacak olursanız, kocaman sarı kepçelerin
kazdığı yerlerden hiç bir şey çıkmadı, çıkanlar hep elle bile kazılabilecek
yerlerdeydi. Zaten tüm dünyada kontrgerilla silahlarını böyle saklardı(!). Bunların birkaçı kullanılmamış
silahlar, çoğu da temini daha kolay olduğu için kullanılmış silahlardı. Özellikle LAW'ların çoğu boştu. Ama safları etkilemek için, haberlerde ''boş'' yerine ''kullanılmış'' ifadesi yer aldı. (İşte, kim bilir nerelerde kullanılmış, kimleri öldürmüştü, ben LAW kullanılmış hiç faili meçhul hatırlamıyorum, ama o kadar da olsun canım).
Adındaki
W harfi nedeniyle (Light Anti-Tank Weapon = Hafif Anti-Tank Silahı) silah
olarak nitelenen bu alet, tek atımlıktır. Yeniden doldurulamaz, dolayısıyla da
kullanıldıktan sonra gerçekten de etkisiz bir boruya dönüşür. Bu nedenle
Başbuğ’un “bu sadece bir borudur” ifadesi de doğrudur. Belki birinin kafasına
vurduğunuzda silah olarak kabul edilebilir. Adamcağız anlatmakta yetersizdi,
ama zaten anlaması gerekenler de anlamakta yetersizdi. Ya da anlamaya hiç
niyetleri yoktu.
Yazı uzadı, arada ufak bir ek yazı koyacağım. Kontrgerilla,
Ergenekon vb. üzerine biraz askeri
ve teknik bilgi içeriyor.
Bu yazının ikinci kısmı ise onun ardından gelecek. Bir söz ustası, bir siyaset
ustası Süleyman Demirel’den tarihe malolmuş, yanlış anlaşılmış bence doğru tavır ve
ifadeler üzerine.
Bakalım, o tavır ve ifadeleri ben nasıl yorumlamışım, siz nasıl
anlamışsınız? Eğlenceli bir deneyim olacağını umuyorum.
Sağlıcakla kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder